4 aydır Çin’i sarsan; 3 aydır İtalya’yı, İspanya’yı sarsan; 2 aydır ABD ve tüm Avrupa’yı ve de Türkiye’yi sarsan koronavirüs (COVİD-19) salgını, bugün tüm dünyayı ele geçirmiş ve tüm insanlığın tek gündemi olmuş durumda.

Peki, tehdit geçti mi? Geçmedi, ama yine de umutlu olunmalı.

Ve de virüs sonrası için, hem insan sağlığında hem de özellikle siyasal ve toplumsal yaşamda olumlu sonuçlar beklenir olmalı…

İşte bu nedenle umarız ki bu salgının sonucu, dünyada olmasa bile Türkiye’de demokratik bir barışın önünü açan yol olur.

Ve de umarız ki, bu salgına rağmen 23 Nisan’ın yarattığı büyük coşku, beklenen bu oluşuma katkıda bulunur.

Elbette salgın hastalıklar, insan bedenini ve ruh sağlığını tehdit ettiği gibi, tüm yaşamını da sarsar olmaktadır.

Ama daha da tehlikelisi, hem yanlış hem de kasıtlı bilgi akışıyla toplumsal bir “panik” yaratılması ve de tüm toplumun sarsılır olmasıdır.

Özellikle bilinmelidir ki, salgınların yarattığı psikoloji, virüsten daha hızlı yayılmakta, salgın hastalıktan daha da tehlikeli olmaktadır.

* * *

Salgınının çıktığı ilk günlerde oluşan siyasetteki sıcak yaklaşımlar, bugün yine yok olmuştur.

Ve de salgın öncesi siyasetin kronik bir durum alan kamplaşmış dili, yeniden siyasetin dili olmuştur.

Virüsün bugüne kadar 10 kez mutasyona uğradığı, yani Covid-19’un genomlarında 10 kez değişim yaşandığı söylendi.

İşte bu nedenle diyorum ki, bu mutasyon Türkiye siyasetine, siyasi liderlere, parti sözcülerine, haber kanallarına ve de haber sunucularına da bir uğrasa!..

-Kışkırtıcı dil, barışçı bir dile dönüşse…

-Siyasetin kin ve nefret kokan dili, barış çağıran bir dil olsa…

-Siyasi rekabet, husumete dönüşür olmasa…

-Haber sunucuları, siyasi amigoluğu bıraksa…

Ve de hiç olmazsa bu salgın döneminde siyasi hırs, aklın önüne geçmese…

Yani ülkede böyle bir mutasyon olsa!..

Çünkü sonuçta tüm bu hastalıkların tedavisi yapılabilecektir.

Er ya da geç laboratuvarlarda mutlaka bir çözüm üretilecek, bu salgının da önüne geçilebilecektir.

Ama biriktirilen ve de sürekli ekilen kin nefret, yıllarca tedavi edilemeyecektir.

* * *

Bugün 33 milyon insan evlere mahkûm durumda.

-Bunlar 65 yaş üstü ve 20 yaş altı…

-Aslında hücre mahkûmu da diyebiliriz buna.

-Yani monoton ve endişeli bir yaşam…

-Yani kapalı devre bir yaşam…

-Tek eğlencesi televizyon izlemek, okuyabiliyorsa kitap okumak, yazabiliyorsa yazı yazmak, manzarası varsa pencereden bakmak, balkonu uygunsa balkona çıkmak…

Bugün birçok sanatçı elinden geldiğince, imkânlar ölçüsünde sazıyla, sesiyle özellikle ev hapsindeki bu 33 milyon insana moral vermeye çalışırken…

Her konuyu karşı tarafa gol atmak için kullanan siyasi söylemlerle, bu insanların ruh sağlığının ne kadar örselendiği görülebilse.

* * *

Genelde olmasa da bazı kanallarda haber sunucuların dili, haber sunmanın ötesinde kışkırtıcı, tahrik edici ve tehlikeli bir dil olmaktadır.

Bu dilden amaç:

-Salgından faydalanmak isteyen siyasetlere amigoluk yapmaktır.

-Salgını siyasi bir ranta dönüştürmek isteyen kimliklere bir fırsat sunmaktır.

Ayrıca:

-Sansasyonel ve bilgi kirliliği içindeki haberlere balıklama dalmak ve bunu yazılı, görsel ve sosyal medyada paylaşmak, toplumun bilincine bir kaygı yerleştirmektir.

-Ve de toplumu korkuya teslim etmektir.

Herhalde yazılı, görsel ve sosyal medyanın görevi bu olmamalıdır.

Ve genelde tüm toplumun, özelde ev hapsindeki 33 milyon insanın ruh sağlığını, daha da örselemek olmamalıdır.