İnsan, yaratılışı ve ihtiyaçları gereği, toplum hâlinde yaşamaya mecburdur. Zira o, imtihan alanı olarak nitelendirilen dünya hayatında, hemen her an, sıkıntı ve problemlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu sorunlar, kişisel gayret, imkân ve yeteneklerle aşılamayabilir, işte bu noktada, farklı imkân ve yetenekleri bir arada barındıran topluma olan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Ailemiz ve akrabalarımızdan sonra, problemlerimizin çözümünde yardımına başvuracağımız en yakın dostlarımız komşularımızdır. Ahlâkî erdemlere sahip, insanî değerlere saygılı, başkalarının haklarını, namus ve şerefini en az kendi hakları, namus ve şerefi kadar kutsal ve dokunulmaz kabul eden güvenilir, dürüst komşu, dünya hayatının önde gelen nimetlerindendir. İnsanın sevincini paylaşabileceği, keder ve üzüntüsüne ortak görebileceği komşularının olması, gerçekten büyük bir bahtiyarlıktır. Buna karşılık, geçimsiz, güven vermeyen, ahlâkî erdemlerden yoksun bir komşu, hemen hiçbirimiz tarafından arzulanmaz. İlhamını yüce dinimizden alan ecdadımızın, "Ev alma, komşu al" sözü, sevgi ve saygı, güven ve dürüstlük, yardımlaşma ve dayanışma gibi faziletlerin unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde, daha da bir anlam ifade etmektedir.
Dinimiz İslâm, fert ve toplum olarak hayatımızın hemen her kesiti ile ilgili, hayat ve fazilet yüklü ilke ve mesajlar içermektedir. Hayatımı-zın vazgeçilmez bir parçası olan komşuluğun önemi üzerinde, dinimiz hassasiyetle durmuş ve komşuluk ilişkilerine dair hayatî prensipler getirmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, idare ve himayeniz altında olanlara iyi davranın..."(1) ayeti. Yüce Yaratan'a kullukla beraber, başta ana-baba olmak üzere toplumun diğer kesimleriyle birlikte, komşularımızla da iyi ilişkiler kurulmasını bir görev olarak vurgulamaktadır. Bu bakımdan komşuya iyilik etmek, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmak, ondan gelebilecek bazı sıkıntılara sabredebil-mek, onları olgunlukla karşılamak dinimizin gereğidir. Sözleri ve örnek yaşantısıyla bizlere hayat veren, insanlık ve kulluk bilincimizi güç-lendiren Sevgili Peygamberimizin, "Cebrail komşuya (iyilik konusunda) o kadar çok tavsiyede bulunuyordu ki, ben, komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım."(2), "Kim Allah'a ve Resulüne iman ediyorsa, komşusuna iyilikte bulunsun..."(3) hadisleri, gönüllerimizde yer etmelidir. Rahmet Peygamberi (s.a.s.) bir hadislerinde de üç kere; "Vallahi iman etmiş olmaz..." buyurdu. "Kim ey Allah elçisi?” denildi. O da, "Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (iman etmiş olmaz)"(4) şeklinde cevap verdi.
Bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmamız sonucunda birbirimizle ilişkilerimizin zayıflayıp kaybolma noktasına geldiği çağımızda kala-balıklar içinde yalnızlaşıyoruz. Babanın evlâdından, evlâdın aile ocağından, komşunun komşudan kaçmaya çalıştığını üzüntüyle mü-şahede etmekteyiz. Hâlimizi soracak, bir nebze olsun dertlerimizi paylaşacak babaları, evlâtları, komşu ve dostları her zaman ararız. Derya içinde susuzluk çekmek misali, kalabalıklar içinde yalnız kalmak ne kadar da acıdır. Birbirimizin derdini dert edinmediğimiz, huzur ve mutluluğumuzu umursamadığımız günümüzde, mesajları ile paylaşımı imanımızla temellendiren, "ben"i "biz" yapan dinimizin, rahmet kaynaklı şu çağrılarına kulak verelim: "Komşusu açken kendisi tok yatan, gerçek mümin değildir"(5), "Kendi nefsiniz için arzuladığınızı mümin kardeşiniz için de arzulamadıkça, olgun mümin olamazsınız."(6)
1-Nisa, 36.
2- Buhârî, Edeb, 28; Müslim. Birr, 140-141.
3-Müslim, İmân. 77.
4- Buharî, Edeb. 29; Müslim, İmân, 73.
5- Hakim, Müstedrek, 11, 15, Beyrut 1990.
6- Buharî, iman, 7; Müslim, İman, 71-72