Hani bu ülkenin olmazları başaran, kurtarıcısı ve kurucusunun; bu topluma kazandırdıkları, malum nankör kitle tarafından görmezden ve bilinmezden geliniyor ya…

Hani bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusunun yaptıkları, her fırsatta ters yüz edilmeye çalışılıyor ya;

Hani bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusunun yaptığı tesisler, yok pahasına haraç mezat satılıyor ya;

Hani bu ülkenin kurtarıcılarına ve kurucularına utanmadan, sıkılmadan dil uzatılıp, çamur atılıyor ya…

Hani bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusuna Türk Kadınına kazandırdıkları kazanımlar bizzat (zihniyeti malum) kadınlarca bilinmezden geliniyor ya;

Hani bu ülkenin kurtarıcı ve kurucularının kemiklerini sızlatırcasına bu ülke insanları kutuplaştırılıyor, ötekileştiriliyor ya;

… …

İşte bunlara üzülüyor ve kahroluyor insan.

Bu ülke öyle kolay kurulmadı.

Haraç mezat satılan tesisler kolay tesis edilmedi.

Kolay gelmedi bu ülke, bu günlere..

* * *

Bu ülkenin nasıl ve ne koşullarda kurulduğu; bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusunun, dava arkadaşı İsmet İnönü’ye yazdığı mektubun satır aralarında gizlidir.

Okuyun o mektubu, bana hak vereceksiniz.

İşte o mektup

“Sevgili Paşam!..

Cumhuriyet'in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.
(…)
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.

Durumumuzun büyük bir bölümünü, Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbet sen de biliyorsun.
Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını, Lozan dönüşü, bizzat sen anlattın bize.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Osmanlıdan borçlu ve hastalıklı bir vatan devraldık.

Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir durumda karayollarımız yok denecek kadar az.

4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz.
Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.

Tefeciler, her yerde halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.
Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.

Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta.

Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz.
Elektrik, sadece İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408.

Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı.

İktisatçımız çok az.
Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş.
Cumhuriyet'imizin insan malzemesini hazırlamak, namus cephesini güçlendirmek zorundayız.
Kültür eserlerimiz kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Konuya ilişkin raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.
Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver ki; genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman da çok geç kalmıştı.
Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız.
Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.
Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!

Gazi Mustafa Kemal.”
30 Ekim 1923