Çorum Karakeçili Mahallesi, Alaybey caddesinde Kâtipler Konağı’nı geçtikten sonra gelen; dallı budaklı çıkmaz sokağın adı Hacınasrullah idi. Sokağa girişin sol tarafında köşede; hem caddeye hem sokağa cephesi olan evimiz; bahçemiz ve ahırımız vardı.

Biz oraya 1937 yılında taşındık. 15 sene o evde ailece mutlu bir şekilde yaşadık. Yanlış hatırlamıyorsam o tarihlerde dört yaşını henüz yeni tamamlamıştım.

Sokağın giriş kısmı ile caddenin o bölgesi çocukluğumuzun oyun yeri idi. Töm Mehmet'in kardeşi Abdullah ile bazen bezden futbol topu, bazen de kese kâğıdından uçak yapardık… En lüks arabalarımız, ağaç dallarından olurdu…

Çocukluğumuzda Ramazan ayının gelmesini iple çekerdik. Ramazan ayının başlamasına bir hafta kala komşu evlerin bahçelerinde, avlularında tüm komşular bir araya gelir, Zilelilerin işkefe dediği, ince ekmeği bütün gün çalışarak kater ederlerdi. İhtiyaca göre kater den iki veya üç ekmek alınır, üzerine su serperek kullanım kıvamına getirilerek ikram için hazırlanırdı.

HELLE lakabı takılmış olan adamın Çorum kalesinden sahur topunu patlatmasını sabırsızlıkla beklerdik. Ramazanda iftardan hemen sonra teravih namazı hazırlıkları başlar, biz ise çocukluk işte kendi kendimize hangi hoca teravih namazını hızlı kıldırıyor sorusuna cevap arardık. Çocukluk bu ya erkenden çıkıp gidip oyun oynamak için kendimize vakit ayırmaya çalışır, gökyüzüne bakıp Ay'ın bize göz kırpışını izler, yıldızları sayar, hepsine isimler takardık.

Hele kış geceleri...Eve geldiğimizde bir yandan ocakta kaynayan mercimek çorbasının kokusu, diğer yandan sönmemesi için ocağın altına sürülen nemli çam ve meşe ağaçlarının o muhteşem kokusu karşılardı bizleri.

Holü geçip içeri odaya girdiğimizde kapıya yakın bir noktada, Çorum'da fırınlı soba, Tokat yöresinde ise “kuzine” tabir edilen sobalar çok yönlü hizmet verirdi. Soba üzerindeki güğüm içerisinde kaynayan suyun fokurdayışı, insana farklı bir huzur ve mutluluk verirdi.

Rahmetli annem sofrayı kusursuzca hazırlardı. Rahmetli babam eve geldiğinde sofraya oturulur “Bismillahirrahmanirrahim” demesiyle, kaşıklar usulca çorbaya daldırılır ve afiyetle yenmeye başlanırdı.

Yemek sonunda babam bazen sohbet açar, sofradan dağılmadan önce kardeşlik ve paylaşmanın önemine değinir, paylaştıkça nimetin artacağından bahsederdi.

Hele ispirtolu ocakta, porselen demlikte demlenen çay hiç unutulur mu. Çayın ayrı bir önemi vardı evimizde. Porselen demlikte demlenirdi çay. Porselen demlikte demlenen çay çok lezzetli olurdu…Bugün bile evimizdeki önemi korur çay.

Evimizin odasının en yüksek yerinde asılı duran ve yıllardır bulunduğu ortamı tevazu ile aydınlatmaya çalışan gaz lambası dururdu. Biz çocuklar Gaz lambası ışığında kitap okur,ders çalışır ve hayaller kurardık. O tarihlerde büyüklerimizin deyimiyle "büyümüşte, küçülmüş" kocaman yürekli çocuklardık biz. Kavgayı bilmez, küsmeyi beceremezdik.

O yıllar evlerde televizyon şöyle dursun, ne radyonun, ne de buzdolabının olduğu yıllardı. Nasıl olsun ki, zaten elektrik de yaygın değildi. Gaz lambası dönemi sürüyordu henüz. Radyo bile en büyük lükstü.

Bizim çocukluk yıllarımızda günümüzdeki gibi oyun salonları, cep telefonları, cafeler yoktu. En lüks oyunlarımız saklambaç yada kovalamaca idi.

O çıkmaz sokakta hepimiz varlık ile yokluk noktasında yaşamlar sürüyorduk ama hepimiz mutluyduk. Ne kimsenin adam başına düşen ulusal gelir biriminden haberi vardı, ne kışları kaç bin köy yolunun kapandığından.

Şöyle bir dönüp geçmişe baktığımda şimdi ki nesil bize göre çok şanslı. Günümüzde sahip olduklarımıza baktığımızda büyük bir değişim yaşadığımız aşikar. Değişim ile birlikte ne yazık ki değerlerinde yitirildiğini üzülerek izliyorum. Belki de sizlerde bunu gözlemliyorsunuz. Ben değer diyorum ama çoğu insan buna "Prensip" ismini de verebiliyor.

Nobel ödüllü Türk bilim insanı Prof.Dr. Aziz Sancar: "Elmas ile kömür aynı karbon sayısına sahip. Ancak moleküler yapıları sebebiyle biri elmas, diğeri kömür. Kömüre Bu yüzden kara elmas denir. İnsanı düşünelim; Herkes topraktan yaratıldı. Ancak ahlak, merhamet, vicdan gibi kimyasal bağlar, onun asıl cismini belirler" diyor.

Hayat değerler üzerinden kurulur ve o değerler üzerinden yaşanılır. Bu nedenle eğitim ve öğretim yılının salgın gölgesinde başladığı bu hafta da tüm velilerden ve öğretmenlerimizden bir dileğim var. Tüm gençlerimizi ve çocuklarımızı tevazu sahibi, alçak gönüllü, paylaşan ve paylaşmayı bilen fertler olarak yetiştirelim. Bu hem ülkemize, hem de geçmişimize karşı en önemli ortak sorumluluğumuzdur.

En güzel günler sizlerin olsun.