Yazıma başlarken Kindi’nin kim olduğuna dair bilgi vermek istiyorum.
Kindi, İslam toplumunda kelâm hareketinin yanı sıra bir de felsefe hareketini başlattığı için ilk İslam filozofu unvanını alan, soylu bir ailenin çocuğu olarak Kûfe’de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybeden Kindi’nin çocukluk ve ilk gençlik yılları Kûfe ve Basra’da geçer. Geleneksel eğitimini sürdürdüğü sırada dil ve edebiyatla yoğun bir şekilde ilgilenir. Daha sonra Bağdat’a yerleşen filozof, ölünceye kadar bu şehirde yaşamıştır. Abbasi halifelerinden yakın ilgi ve destek gören filozof, halife Mu’tasım’ın veliaht oğlu Ahmed’in eğitimini üstlenmiş ve eserlerinin önemli bir kısmını bu veliahdın isteği üzerine kaleme almıştır. Yakalandığı kronik romatizmal hastalıkları nedeniyle 866 yılında Bağdat’ta vefat ettiğinde geriye felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehânete kadar çeşitli alanlarda sayıları 277’yi bulan eserler bırakmıştır. Felsefe tarihinin ilk Arap asıllı filozofu olarak tanınır.
Benim de felsefe okumamın güzelliklerinden biri, onların zaman kavramını aşıp bu zamana gelmiş cümlelerini ve görüşlerini beynimin odalarında ilmek ilmek işlemek…Okumanın, bilgilenmenin en güzeli değil mi?
Şimdi Kindi’nin “Üzüntüden kurtulmanın yolları” olarak sınıflandırdığı cümlelerini sizinle paylaşmak istiyorum. Herkesin, kendinden bir şeyler bulacağı ve hayatın anlamını, amacını sorgulayacağı maddeler.
1. Üzüntü bizim yaptığımız bir işten, bir sebepten doğuyorsa bu işi yapmamalıyız. Yapmamak elimizde olduğu halde yapıyorsak, istemediğimiz şeyi istiyoruz demektir. Bu çelişki ise, akıldan yoksun kalanların işidir. Eğer sebep başkalarının fiili ise onu bertaraf etmeliyiz. Bertaraf edemiyorsak üzüntü gerçekleşmeden önce üzülmemeliyiz. Sebebin vukuundan evvel üzülmekle bu sebep ortadan kalkmaz. Sebebin vukuunu kesinlikle önlemek gereklidir. Üzüntü sebebi doğmadan önce üzülmeye kalkışmak fena ve utanç vericidir. Kendi nefsine üzüntü çektiren insan nefsine zarar vermiş olur. Nefsine zarar veren ise kendisine kötülük etmiş olduğundan cahil ve zalim sayılır. Zalim, belaya aldırmazlık eden yılgın kişidir; bedbaht ise belâyı gidermeye çalışmayan insandır.
2. Üzüntüyü yenmenin başka yolu, başkalarının uğradığı üzüntüleri düşünmektir. İskender, ölünce üzülmemesi için annesinden şunu istemişti: İskender’in ölüm haberini alınca “ömründe herhangi bir musibete uğramamış olanların yiyip içip eğlenecekleri bir toplantı düzenle, ki İskender’in matemi sürurla geçsin.” Annesi bu emri ilan ettiğinde davete kimse gelmedi. Musibete uğramamış hiçbir insan bulunmadığından icabet olmamıştı. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: “Anladım ki ilk musibete uğrayan ben değilmişim, musibet sadece tek kişinin başına gelen bir olay değilmiş.”
3. Üzüntü tabiî değil ârizîdir. Birçok insanın kayıpları olmuştur. Kaybına veya mahrumiyetine razı olmuştur. Nitekim mülkünü kaybetmiş olmaktan dolayı üzüntüye düşen bir insan görürsek düşünmeliyiz ki, birçok insan bu servete sahip olmadıkları halde üzüntülü değildir. Demek ki üzülen insan üzüntüyü kendisi ortaya çıkarmıştır. O zaman kendimiz için böyle değersiz durumlar üretmemeliyiz. Âdi bir şeyi kendisine reva gösteren akılsızdır. Akılsız varlıklar olmaya razı olmamız bize yaraşmaz. Bu, son derece aşağılık bir durumdur.
4. Düşünmemiz gerekir ki, başımıza bir şey gelmesini istemiyorsak, hiç var olmak istemiyoruz demektir. Musibetler, bozulma niteliği taşıyan şeylerin bozulmasından ileri gelir. Musibetlerin olmamasını istersek, tabiattaki oluş ve bozuluş kanununun ortadan kalkmasını istemiş oluruz. Bu ise imkânsızı istemiş olmak demektir. İmkânsızı isteyen, muradından mahrum kalır. Bu da bedbahtlıktır. Böyle bir huydan utanmak gerekir. Cahillik ve bedbahtlık seviyesine düşmekten kaçınmalıyız. Cahillik alçaklık; bedbahtlık ise başkalarının acımasından memnun olma duygusu doğurur.
(SÜRECEK)