Hem kindar, hem dindar; hem mağdur, hem de demokrat olacaksınız.

Böyle bir şey olabilir mi?

7 Milyara yaklaşan dünya nüfusu üzerinde, bu dört vasfı bir arada taşıdığını iddia eden tek bir insana rastlamak mucize gibi bir şeydir.

*   *  

“Demokrat” bir kişi; mağdur olabilir, mağdur edilebilir. Ve o “mağdur demokrat”, dindar olabilir ama kindar olamaz.  Çünkü demokrat bir kişi;  kindarlığın, insanlığa, ahlaka, adalete ve uygarlığa aykırı olduğunu çok iyi bilir.

“Mağdur” bir kişi; demokrat olabilir, dindar da olabilir ama asla kindar olamaz. Çünkü uğradığı haksızlıktan dolayı acı çeken kişi, dindarlığı gereği kindar olamaz.

“Dindar” bir kişi; demokrat  olabilir, mağdur da olabilir ama asla kindar olamaz. Çünkü o kişi bilir ki, hiçbir din veya inanış, kindarlığı hoş görmez.

“Kindar” bir kişi; dindar olamaz çünkü inançlı kişi, kinden arınmış kişidir. Ayrıca kindar kişi, demokrat da olamaz çünkü demokratlık ve kin, birbiriyle asla ve asla bağdaşmaz.

Yani?

Yani, bu dört özelliği, aynı anda bir araya getiremez, birlikte taşıyamazsınız. 

Haa.. Bu özelliklerin içinden “kindar” sözcüğünü çıkarıp atarsanız,  o zaman diğer üç özelliği bir araya getirebilirsiniz. O ayrı bir konu…

*   *  

Eğer “kindar”lığı, “kin gütmeyi”, “kin güden dindar nesiller yetiştirme” tezini sürdürmeye (inatla) devam edersiniz; bunun sonu bölünmeye, parçalanmaya kadar gider.  

Demokratik rejimlerin de olmazsa olmazları vardır.

Evrensel demokrasinin standartlarından istediğinizi alıp, istemediğinizi çıkarıp, içine kendinize göre ilaveler yapamazsınız. Yaparsanız, o rejimin adı demokrasi olmaz.

Örnek vermek gerekirse, “demokratik-lâik-sosyal hukuk devleti” anlayışına sahip cumhuriyetlerde, seçimle işbaşına gelen siyasi iradenin yanında,  yönetime müdahale eden, hilafet ve şeriat düzenini savunan, pozitif hukuka karşı olan cemaat, tarikat gibi dini gruplar olmaz.

Eğer siz, “Olur, olur… Ben bunları bir  biçimde bağdaştırırım..” derseniz;

Ya takiye yolu ile insanları kandırmaya çalışıyorsunuzdur,

Ya da ülkenizi bölüp parçalamak üzere, dış güçler tarafından görevlendirilmişsiniz, demektir.

Her iki halde de böyle bir rejimin adı,  demokrasi olmaz, olamaz.

*   *  

TBMM’nin 29.02.2012 tarihli oturumunda, BDP Milletvekili Altan Tan şunları söyledi.

“İskilipli Atıf Hoca, mazlum ve mağdur bir Müslüman’dır. Kemalist Diktatörlüğün bir huyu var; öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor ve ondan sonra da ‘İngiliz Ajanı’ diyor. İngilizler, bir kurşun atmadan İstanbul’dan çıktılar ve Ankara Hükümetine İstanbul’u teslim ettiler. İngilizler ile ne yaptınız, siz bunları anlatın.  Şeyh Said için yapılanları söylüyordunuz. Bu memlekette mağdur ve mazlumlara hiçbir şekilde hakarete izin vermeyeceğiz. Ne Şeyh Said ne de İskilipli Atıf Hoca hakkında…”

Bu kişinin adı geçen muhteremleri(!) övmesi hiç önemli değil. Çünkü aynı kişi Abdullah Öcalan’ı da övüyor ve önder kabul ediyor.

Ancak, bunları TBMM’nde söyleyen bu kişi, Atatürk’ü ve onun kurduğu bu demokratik ve laik cumhuriyeti, “diktatörlük” olarak  nitelendiriyor, suçluyor,  hakaret ediyor ve T.C Devletine isyan etmiş, binlerce masum insanımızın canını almış canilerin hesabını soracaklarını söyleyip, meydan okuyabiliyor. Aynı kişi, gerçek diktatör ve katil Barzani’nin karşısında da el pençe divan duruyor…

*   *  

T.C Başbakanı da İskilipli Atıf Hoca ile Şeyh Said’i övüyor, onları baş tacı yapıyor, diktatör Barzani ile karşılıklı “meşk” ediyor. 

Başbakan Erdoğan ile BDP Milletvekili Altan Tan arasında sadece “Öcalan” kadar bir fark kaldı. Yakında o da kapanacak gibi görünüyor.

Kim bu kadar “beş benzemezi”  kafasında birleştirmeye kalkarsa, beyni hoşaf gibi olur ve ne olduğunu kendisi  dahi anlayamaz. “Ben neyim, ben kimim…” diye dolaşmaya başlar..

*   *   *

Yukarıdaki yazı, 19, 20 ve 21. Dönem İzmir Milletvekili ve (o dönemlerin) Sağlık ve Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu ustaya ait.

Okumamış/okuyamamış olanların bilgisine sunmak istedim.

 

Not. Üstadın yüksek hoşgörüsüne sığınarak, yazısını biraz kısalttım. İ.H