Geçen yaz bir doktor ve banka müdürü bir arkadaşla İstanbul Esenler’de tasavvuf ehli, aklı evvel bir dostu ziyarete gittik.
Bizleri ayakta karşıladı. Sıradışı ve gizemli bir görünüşü vardı. Diğer iki arkadaşı tanıdığı için, beni sorguladı. 10 yıl Tarih öğretmenliği yaptıktan sonra 17 yıl Mobil, 10 yıl da Türkpetrol’de çalışarak emekli olduğumu anlattım. “Mobil’den falanca arkadaşı tanıyor musun? “ dedi. “Evet” diyerek, müşterek arkadaşımızı telefonla aradım. Mobil’ci arkadaş, “Hayrola hocam, nasıl ulaştın üstadımıza? Geç bile kalmışsın, sen de bir garip ademsin zaten” diyerek, ilginç açıklamalar yaptı.
Daha sonra, “hocam, tarih, felsefe, edebiyat, şiir, rubai, spor ve müzikle uğraştığına göre sen de benim gibi bir garip arayıştasın!” diyerek devam etti.
Geçen hafta bir Üniversite Rektörü Doktor bir bayan geldi. Anatomiden bahsetti.
(Anatomi, Yunanca'da "çıkarmak" anlamına gelen "ana" ve "kesmek" anlamına gelen "tome"den türetilmiş bir kelimeymiş.
Canlıların yapısı ve düzeni ile ilgilenen bilim dalı olduğunu söyledi.
Ben de o zaman, “Kâinat da Allah’ın Anatomisidir.” dedim.
“Rektör şaşırarak, garip gözlerle beni baştan ayağa inceledi.” dedi.
İslam âleminde Allah korkudur, batı dünyasında Allah sevgidir. İslam âleminde Allah korkusunun Allah aşkına dönüşmesi tasavvuf felsefesini doğurmuştur.
Tasavvuf, “insanın akıl yoluyla erişemediği ilâhi gerçekleri sezgiyle arama yoludur. ”Cüneyd Bağdadi, “Tasavvuf, Allah’ın, seni sende öldürüp, kendinde ebediyyen diri kalmasıdır.” der.
Tasavvuf ehlinin üç temel özelliği vardır. 1) Toprak gibidir. İyiye de, kötü kimseye de verir. 2) Bulut gibidir, her şeyi gölgeler. 3) Yağmur gibidir, sevilen kimseyi de, sevilmeyen kimseyi de sular.
Sultan Divâni, çok sevdiğim şu muhteşem rubaisinde Allah’ı şöyle tarif eder.
Ben bilmez idim, gizli, âyân hep sen imişsin,
Kalplerde vü tenlerde nihan hep sen imişsin,(Nihan=sevgili)
Senden cihan içre bir nişan ister idim ben,
Âhir bunu bilir mi ki, cihan hep sen imişsin…(Âhir= ölümlü)
Aydınlanma Vakfının bir felsefe konferansında konuşmacı tam üç saat Allah aşkını anlattı. “Katkıda bulunmak isteyen var mı? deyince, Mevlana’nın şu iki dörtlüğünü okudum.
Aşk beni ârif etti, / İnceltti zârif etti, / Ben aşkı bilmezdim, / Aşk beni tarif etti.
Ardından ben de aşka gelerek, Mevlana’nın şu güzel dörtlüğünü okudum.
Hep O’dur, var olan da, yok olan da,
O’dur kaynağı, acının da, kıvancın da,
Yok görecek göz sende, yoksa görürdün,
Baştan ayağa O var senin varlığında…
dedim, bir alkış koptu. İki kez aynı dörtlükleri okuttular.
Konuşmacı, “ben üç saat boşuna konuşmuşum, hocam 2 dörtlükle konuyu bir güzel özetledi” diyerek teşekkür etti.
Ben de, uygar dünyada anlam veremediğim bir garip dönüşümleri yaşadığımız için Fuzuli gibi, “ Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyerek, tasavvufa daldım.
Yaş kemâle erdi, tasavvufa daldım,
Mevlana, “gel” dedi, deryalarda yandım,
Varlık, yokluk âleminde sema yaparak,
Arzın derinliklerinden Hakk’a uzandım…(Mehmet Özata)