“Vitrine bakma, tereğe bak” diyerek girelim söze…

Olguları sebep-sonuç ilişkisi bağlamında irdelemeye çalışırken, siyasette rastlantılara yer olmadığını, her sonucun bir tasarımın getirisi olduğunu hiç unutmamak gerekir.

Bu sonuç kime, kimlere ne getirmekte, kimlerde ne gibi eksikliklere, kayıplara yol açmaktadır?

Vitrin gösterilendir, terek ise görülmesi gerekenin balıkgözü objektifle algılanmasıdır.

Tarih, devrimler ile karşıdevrimler arasındaki çelişmelerin döngüsüyle ilerler. Mevcut çelişmeler uzlaşmaz hale geldiğinde tarihin saati, kesin hesap vaktini gösterecektir. Devrim…

Bu genel akışta toplumsal öbeklenme; a) Devrimden yana olanlar, b) Sosyoekonomik çıkarları gereği karşıdevrimden yana olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Ama hayat salt siyah ve beyazdan ibaret değildir.

Devrimin yanında duruyormuş gibi yapıp, onun en ateşli savunucusu olarak görünürken kitleleri yan yollara sevk ederek, toplumsal muhalefetin söndürülmesine, devrim sürecinin ötelenmesine çalışanlar da vardır.

Bu yapıyı sevk ve idare edenler de kendi içlerinde alt başlıklara ayrılırlar. a) Baş çelişme ve baş düşman saptamasında yanlış hedef gösterenler. b) Baş düşmanı doğru saptarken yapılması gereken ittifakları yadsıyanlar. Devrimi bir trene benzetirsek eğer lokomotifi görmezden gelenler.

Her iki anlayışın taraftarları da bilerek veya bilmeyerek devrimi öteleyenlerdir.

Devrim süreçleri, sosyoekonomik yapıda iç ve dış etmenlerle belirginleşir. Her sürecin kendine özgü ittifakları vardır. İttifak olgusu baş çelişme ve baş düşman ölçütleriyle kesinleşir ve hayata geçirilir.

Devrimlerin taşıyıcı kolonları, a) Baş çelişme ve baş düşman saptaması, b) İttifaklar stratejisi, c) Müttefiklerin tek çatı altında birleştirilerek (örgüt) eşgüdümle sürecin yönetilmesidir.  Taşıyıcı kolonlarda yapılacak saptama ve hesap hataları yanılgı ve yenilgileri beraberinde getirecektir.

Buna karşılık baş düşman ve işbirlikçilerinin ana stratejisi ise devrimci güçleri kendi içinde bölerek, etkisizleştirmek, oluşacak birleşik cepheyi dağıtmaktır. İşte burada “vitrin-terek”, gösterilen ve görülmesi gereken arasındaki ilişki önem ve değer kazanmaktadır.

Çağımızda baş çelişme ve baş düşman…

Çağımızın başat olgusu, emperyalizmdir. Baş çelişme, emperyalizm ile ulus devletler arasında yaşanmaktadır. Öyleyse baş düşman emperyalizm ve onun işbirlikçileridir.

Günümüzde emperyalizm olgusunu görmezden gelerek, 19 yüzyıl söylemiyle emek-sermaye çelişmesi üzerine yapılan her türlü çıkarım, baş düşmanı perdelemekten öteye geçemeyen saptamalardır. Emperyalizm, ulus devletleri etnik ve inançlar temelinde şehir devletlerine bölmeye çalışırken bu tertibe demokrasi, insan hakları vb söylemlerle kananlar “Büyük Abi”nin Hollywood filmlerinde gürültücü figüranlıktan öteye geçemeyeceklerdir. Ve hatta arada gürültü yapmalarına da göz yumulacaktır. Maksat baş düşman görünmesin, gerisi…

Emperyalizmin işbirlikçileri…

Emperyalizm, ele geçirmek istediği toplumların en gerici kesimleriyle işbirliği yapar. Yarı feodal yapılarda komprador burjuvazi, toprak ağaları ve tarikat vb yapılar. İslam ülkeleri emperyalizmin sömürü ve denetim alanında olduğundan ve bu coğrafyalarda papaz külahı ile gezmek mümkün olmadığından, bu toplumlar, adına “Ilımlı İslam” dedikleri işbirlikçilerle yönlendirilmeye çalışılır.

“Yeşil Kuşak Teorisi” de bu anlayışın ürünüdür, Sovyetler Birliği parçalandıktan sonra üretilen, geçmişi 1894'lere dayanan, “Ilımlı İslam” denilen kurgu da aynı amaçlıdır.

Örnek mi, Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Ortadoğu Projesi kapsamında yaşananlara bakınız. Sahneye konulduğu tarihten beri emperyalizmin denetimindeki “Müslüman Kardeşler” denen örgüt başrollerdedir.

Allah ile kandırılan toplumlar inançlarına göre yaşayacaklarını zannederken topraklarını, yeraltı ve yerüstü servetlerini kürsel çetelere kaptırmaktadırlar.

Sudan, inanç üzerinden ikiye bölünmüş, petrol Hıristiyanlara, yoksulluk Müslümanlara kalmıştır.

Türkiye, Afrika ülkeleri gibi feodal dönemde sömürgeleştirilen ve İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra uzaktan kumandalı bir devlet olmadığından uygulanan tezgâh farklıdır, farklı olmak zorundadır. Çünkü Türkiye emperyalizme karşı dünyada bağımsızlık savaşını vererek kurulmuş bir ulus devlettir. Çok köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’nun amiral gemisidir. Orta Asya’nın kilidinin şifresidir. Laik bir ülkedir.

Öyleyse topluma ölümü göstermek ve sıtmaya razı etmek gerekir. İşte burada aynı silah, inanç kartı farklı kesimlerde farklı sonuçlar için kullanılacaktır.

Örnek… Uğur Mumcu suikastı… “Mollalar İran’a” sloganı…

Emperyalizme karşı mücadele eden, baş düşmanı topluma gösteren Kemalist bir aydın olan Uğur Mumcu suikastı bu konuda tipik bir örnektir. Kalpaksız Kuvvacı diye anılan Uğur Mumcu bölücü terör örgütü hakkında bir kitap üzerinde çalışırken suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.

Kitlelere gösterilen düşman ise İran olmuştur. Böylece antiemperyalist bir dış politika izleyen İran ile Türkiye’nin arasına kama atılmaya çalışılmış ve başarılı da olunmuştur. Türkiye’de terör örgütü eliyle bölünmeye karşı müttefik olacak kesimler birbirine hasım olarak gösterilmiştir. 

Kitlelere hedef şaşırtılmış, baş düşman ve hazırlanan bölünme tertibi için uygun zaman beklenmiştir. Bugünlere gelmek için emperyalizm derslerine çok çalışmıştır, çok…

Kemalist Devrim’in lokomotifi…

İşçi ve memur sendikaları…

Başına çuval geçirilen ilk güç Türk Ordusunun askerleri değil, sendikalardır. Bu çuval AB markalı para yemi torbasıdır. Çünkü emperyalizm, müdahil olduğu toplumların sosyoekonomik ve sosyokültürel yapılarını yatay ve dikey kesitlerle inceleyerek bu yapılarda hangi yapıları yandaş kılacağını, hangi yapıları etkisizleştireceğini hesaplar.

Türkiye bu konuda adeta model ülkedir. Operasyon yapılan kurum ve kuruluşlar!.. Partiler, sendikalar, dernekler ve Türk Ordusu… Bir başka operasyon ise medyaya yapılmış ve kitlelere narkoz verilmesi için psikolojik savaşın propaganda ayağı devreye sokulmuştur.

Türk Ordusu NATO’ya girilerek Atlantik iskelesine bağlanmıştır. Ama her dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerini savunan kadrolar olmuştur ve bunların tasfiyesine çalışılmıştır. Son dönemde Ergenekon, Balyoz, Poyraz, Sarıkız vb tertipler Türk Ordusunun etkisizleştirilmesi hamleleridir.

12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerinin baş aktörü ordu olarak gösterildiği için de bu darbelerden mağdur olanlara karşı “Türk Ordusu” darbeci gösterilerek kitleler üzerinde psikolojik savaş uygulanmıştır.

Dünya devrimler tarihine bakınız, hangi devrim vardır ki o ülkenin ordusu mücadelenin içinde olmasın. Orduların duruşu, devrim-karşıdevrim çelişmesinde belirleyici etkendir. Bu gerçeğin altını çizerken şu toplumsal olguyu bir kez daha vurgulamalıyız. Çağımızda devrimlerin lokomotifi sendikalar (işçi ve memur), köylülük, esnaf ve milli burjuvazidir. Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı mücadelede orduların duruşu sürecin belirleyici etkenidir. Ya gençlik sorunuzu duyar gibiyim… Bu sorunuzun yanıtı “Gençlik ve Devrim Üzerine…” adlı yazımızdadır. (http://www.dunya48.com/index.php/gazanfer-eryuksel/9640-gazanfer-eryurksel-genclik-ve-devrim-uzerine.html)

Devrim gerçeğini emperyalizm ve işbirlikçiler analiz etmişler ve o güçleri etkisiz kılıp dağıtmak için her türlü enerjiyi topraklama yöntemini kullanmışlardır.

Aşağıdaki sözler dönemin CIA Başkanı Porter Goss'a aittir. Porter Goss, bu sözleri 2005 yılında söylemiş ve 29 Eylül 2005 tarihli Akşam gazetesinde de yayımlanmıştır.

''CIA yeniden yapılandırıldı ve artık bütün dünyada operasyonlar yapacağız, 'müttefik ülke' istihbarat teşkilatları ile ortak iş yapmak yerine, bundan böyle biz CIA olarak doğrudan kendi elemanlarımızı kullanarak, dünya genelinde, istediğimiz ülkede, tek taraflı operasyonlar yapacağız. Öyle yerlerde olacağız ki, öyle operasyonlar yapacağız ki kimse hayal bile edemeyecek.''

Evet, 2005 yılında, dönemin CIA Başkanı’nın ifadesi aynen böyledir.

Bu sözlerin, ülkemizde 2007'de başlayan Ergenekon, Balyoz ve benzeri tertiplerle bir ilgisi olabilir mi sorusunu sormak ve yorumu sizlere bırakmak gerekmektedir.

Tam bu noktada, toplumda var olan “kontrolsüz güç” olgusunun öne çıkarılması gerekmektedir. Her türlü etnik, dini, siyasi ayrılığı öteleyerek Türk milletini birleştirmek, uyuyan devi uyandırmak için tabandan başlayarak her türlü yapıda milli birleşik cephe çalışması başlatmak zorunlu ilk hamledir. “tabandan başlayarak” ifademizin altını kırmızı kalemle çiziniz lütfen…

Gelinen nokta, benim partim, senin derneğin ayrımcılığını aşmıştır. Dâhili ve harici şartlar Türk toplumuna yeniden Kemalist Devrim’i dayatmaktadır. Yeter ki süreci yönetmesi gerekenler baş çelişme, baş düşman ve ittifaklar meselesinde lokomotif trenin önüne konulmalıdır.

"Kontrolsüz güç"... Bu güç, küresel çeteler tarafından denetlenemeyen milli güçlerdir.

Türkiye, tarihin kesin hesap vaktindedir… Bu süreçte yapılacak hataların bedeli şehir devletlerine ayrılmış bir ulus devletle ödenecektir.

Bizim şiarımız ise "Ya İstiklâl- Ya Ölüm"dür.