NEDENLERİ-SONUÇLARI İTİBARİYLE

İBRETLİ NOKTALAR VE BİZLERE DÜŞEN GÖREVLER

-3-

Bu arada Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Abbas vs gibi ehlibeyt cenaze işleri ile meşgul oludklarından hilafetle ilgilenemiyorlar. Onlara da sorulup fikirleri alınmıyor. Beytül Hazen (hüzün evi)nden ayrılmıyorlar. Gelen gidenlerle ilgileniyorlar. Bu arada halife seçimi oluyor. Hz. Ali R.A. hazretleri Hz. Ebubekir’e 6 ay sonra biat etmiş. Deniliyor ki, bu bir kırgınlık nedenidir. Ümmetin ittifakına karşı çıkmamak, ümmetin huzurunu bozmamak gibi ulvi düşüncelerle olmalı ki, Hz. Ebubekir’in halifeliğine karşı çıkmıyor. Burada ilginç olan nokta şudur; Bazı tarafgir şia alimleri güya Hz. Ali’ye Hz. Ömer zorla Hz. Ebubekir’e biat ettiresi, bu mantıklı görünmüyor. Çünkü Hz. Ali Allah’ın aslanı ömrü savaş meydanlarında geçmiş, 84 tane irili ufaklı harbe iştirak ettiği bildiriliyor. Hendek harbinde tahminen 160 kilo gelen ve Arabın en güçlü cengaveri olan Abdud’un karşısına kimse çıkmıyor ve Hz. Muhammet SAV. “çık ya Ali” diyor ve bu harpte Abdud’u bir kılıç darbesi ile ikiye bölüyor. Böyle güçlü bir adam neden ortaya çıkıp da hilafete ben daha lâyığım dememiş. Elbette ki buradaki tavır Hz. Ali’nin ilmi, irfanı, feraseti ve siyaseti, olgunluğu Allah’ın aslanı olması gibi hususiyetleri tesirli olmuştur. Hz. Ali; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman üç halifenin de baş danışmanı olmuştur. Hz. Ali’ye danışmadan üç halife de önemli kararlar almamışlardır. Hz. Ali’nin fetvaları ile amel etmişlerdir. Hatta şu Hz. Ali’nin kendi sözüdür; “Eyvah, onlara ben müsteşar idim, şimdi bana kim yol gösterecek” demiştir.

Bu durumda başka bir husus daha var; o da şudur:

Hz. Ali bu üç halifeye de husumet beslememiştir. Çünkü Hz. Ali zorla baş eğdirilecek bir kişi değildir. Hz. Fatıma hayatta iken, onun üstüne hiç evlenmemiştir. Hz. Fatıma’nın vefatından sonra dördü bir arada sekiz hanımla evlenmiştir. Bu durum Araplarda yaygın bir durum idi. Bu hanımlardan 18-19 çocuğu olmuştur. Bu çocuklarından birisinin adını Hz. Ebubekir, birisine Hz. Ömer, diğerine Hz. Osman adını koymuştur. Şimdi herkesin aklına gelen şu sorudur: İnsan sevmediği, kırıldığı birilerinin adını kendi evlatlarına kor mu? Hayır.

Hz. Ali, Ümmü Gülsüm adındaki sevgili kızını Hz. Ömer’le evlendirmiş, Hz. Ömer’i damat yapmıştır. (Bu durumda akraba olabilmek amacı ile evlilikler yapmak Arap’ta o zaman adetti).Hakkında “Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç yoktur” buyurulan Hz. Ali’nin zorla baş eğdirildiği aklen mümkün değildir. Diğer hususlar da bu anlayışla izah edilebilir. Esas sorun, Hz. Ali’nin hilafeti ve Muaviye’nin arasında çetin mücadeleye dönüşmüştür. Sıffin harbi İslam milletinin yıkımı olmuş, hilafet saltanata dönüşmüştür ve idare tamamen politika ve siyaset şeklini almış, yani, dini özelliğini tamamen kaybetmiş, ikbal, izzet, makam, mevki, dünya şaşaası amacına yönelmiştir ve bu işler o gün bu gün de böyle devam etmektedir.

Kerbela olayının sonuçlarından birisi de; yani dördüncü tesbiti de şudur:

Şia: Mezhebi İran’ın resmi mezhebidir. İdealleri bütün Müslümanları Şia öğretilerinde toplamaktır. Şia’nın aslı Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffin Savaşı sonunda Muaviye ve Hz. Ali R.A. anlaşma sonucu harbi neticelendirdiler. Ancak galip iken mağlup duruma düşürülen Hz. Ali taraftarları ve askerleri ikiye bölündü. Bunlardan birisi Hz. Ali’yi terk etmeyenler, ikincisi ise Hariciler. Muaviye’yi de, Hz. Ali’yi de düşman ilan edenler. Muaviye grubu ise Emevlier şeklinde gruplaştılar. Sıffin harbinden önce Hz. Ömer’in devrinde Kadisiye meydan muharebesi sonucu binlerce yıllık İran Sasani İmparatorluğu çöktü ve İran milleti Müslüman oldu. İran toprakları fethedildi.

İran devletinin milli politikası özellikle Hz. Ömer R.A’nın düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Araştırmacılara göre bunun ana sebebi İran’ın Hz. Ömer tarafından fethidir deniyor. O zaman İran Şehinşahı Yezdücerd, mağlup olmuş, İslam ordu komutanları Sad b.Ebi Vakkas, Halit b. Velid dahi komutanlardır. Kağnılarla İran altınları Medine’ye taşınmış ve ganimet devlet hazinesine ve askerlere teslim edilmiştir. İran hanedan mensupları esir edilmiş, ateşperest İran halkı Müslüman olmuştur. Bu arada şehinşahın dillere destan güzel, kültürlü, bilgili, eğitimli kızı Şehri Banu da esir edilmiştir. Şehri Banu müslüman olmuş, Hz. Ömer asil olan bu hanımı ve yine asil olan Hz. Hüseyin’le, Hz. Ali’nin rızası ile evlendirmiştir. Oniki imamın üçüncüsü olan Zeynel Abidin hazretleri de bu hanımdan doğmuştur. Sonra gelen ehlibeyt imamın dedeleri Hz. Hüseyin, ebe, büyükanneleri de Şehrü Banu olmuştur. İran milleti Müslüman olduktan sonra yöneticileri sırf İran’ın fatihi olması Acem saltanatına son verdiği için Hz. Ömer’i gizli ve açık düşman ilan etmişlerdir.

O zamanki İran yöneticileri bugün de aynen devam ettirilen Şehri Banu ve torunlarını öne çıkararak Hz. Hüseyin neslini ehlibeyt ilan etmişler, Hz. Hüseyin ne ise Hz. Hasan da o olduğu halde, Hz. Hasan’ı ehlibeyt olarak ileri çıkarmamışlar, geri planda tutmuşlardır. Sebebi, Şehri Banu’nun İran asıllı olması, Hz. Hüseyin’in hanım ve torunlarının onun neslinden gelmesidir. Böylece İran’ın dini İslam, mezhebi Şia olarak ehlibeytin üzerine kurulu bir yönetim ve dini anlayış kurmuşlardır. Burada ilginç olan; İslam’ın özünde olmayan peygamber hariç hiç kimse masum, günah işlemez değildir kuralını ve bunun üstüne bina edilen bir masumiyet kuralını İslam’a sokmuşlardır. (Yani Şia mezhebine) Yani İran’ın resmi mezhebi olan Şia mezhebi doğmuş, bunun dışındaki İslami düşüncelerle mücadele esas alınmıştır. Bu ise İslam’ın evrenselliği önünde en büyük engel olmuştur.

(Ömer Tuğrul İnançer’in, ‘Hz. Muhammed SAV’ adlı eserinden alınmıştır, yorumlanmıştır.)

*

Görüldüğü üzere, Anadolu Alevileri ile İran Şia Alevileri arasında ehlibeyt sevgisi ve övgüsü dışında gerek öğreti, kültür ve gerekse yaşantı olarak fazla bir benzerlik yoktur. Hatta bir çok zıtlıklar vardır.

İran Şia mezhebi fıkıh-İslam hukuku bakımından da İmam-ı Azam’ın üvey babası ve ilim ve irfan hocası olan ehlibeytin ulularından olan Caferi Sadık hazretlerinin ve 12 imamın yücelerinden olması sebebiyle İmam-ı Azam’ın Hanefi mezhebine en yakın bir hukuk yoludur. Şimdi kısa ve öz olarak özetlenen öncesi ve sonrası ile Kerbela olayı detaysız olarak budur.

Peki, bu kısa açıklama ile aydınlanma sonucu Alevisi-Sünnesi-Şiası, şucu veya bucusu kim olursa olsun üzerimize düşen nedir, ne yapmalıyız? Önemli olan budur. Bu olayı bir ayrılık gayrılık nedeni olarak kabul edip müslümanları kutuplaştırmak son derece yanlış ve tehlikelidir. Çünkü her zaman toplumun hatta toplumların huzuru birlik, beraberlik ve kardeşliktir. Ayrılık-gayrılık, öteleme ve iteleme ise tevhidin –birliğin- en acımasız düşmanıdır. Hele hele sosyal ve coğrafi yapısı ile Türkiye devleti ve milleti buna herkesten çok önem vermelidir. Hele hele Çorum bunun acısını yaşamış bir ilimizdir. Barışı gözümüz gibi korumalıyız. Fitne anlamına gelebilecek hiçbir söylem ve eyleme bulaşmamamız zorunludur. Elbirliği ile bu hususta gayret göstermeliyiz.

SÜRECEK