NEDENLERİ-SONUÇLARI İTİBARİYLE

İBRETLİ NOKTALAR VE BİZLERE DÜŞEN GÖREVLER

-2-

Yine Ümmü Seleme R.SAV. bana; Ya Ümmü Seleme Hüseyin’in Irak topraklarında şehiden öldürüleceğini Cebrail A.S. haber verdi. Yağmur meleği Mikail A.S. bana o beldeden bir avuç kızıl toprak getirip verdi. R.SAV. de bu toprağı bana verdi. Ne zaman bu toprak kan rengine dönerse biliniz ki o gün Hüseyin şehit edilmiştir buyurdular. Ümmü Seleme annemiz Hz. Hüseyin’in ölüm haberini alınca sakladığı Irak toprağının kana bulandığını bildirmiştir.

Bu hadisi şerifler Kütübü Sette denilen Kur’an’dan sonra en sağlam kaynak olan hadis kitaplarında mevcuttur. Demek ki, Ehlibeytin yüceliği tartışmasız gerçektir. Hz. Hüseyin’in de şehiden öldürüleceği bildirilmiştir. Bunu Hz. Hüseyin de bilmektedir. İşte neticede kader insanı öleceği yere çeker derler ya, binlerce ikaza rağmen Hz. Hüseyin yüksek bir sorumluluk yükü altında bile bile ölüme gitmiştir. Kimse kaderinden kaçamaz. Amma gerekli tedbirler alınmazsa büyük sorumluluklar doğar. Bunlar Allah’ın veli kullarıdır. Allah’a olan teslimiyetleri tedbirin önüne geçmiştir.

İkinci tesbit:

Kerbela olayı dehşetli olduğu kadar ibretlerle de dolu bir hadisedir. Hz. Hüseyin Küfe ve Basra halkı eşrafından kendisine çok sayıda gelen Yezit’in Şam yönetimine karşı kendilerine biat edeceklerini teahhül eden davet mektuplarına itibar etmiştir ve bile bile göz göre göre ölüme gitmiştir. Medine’deki duayen, tecrübeli sahabilerin şiddetle kendilerini önlemek istemelerine rağmen onları dinlememiştir. Takdiri ilahi Hz. Hüseyin’i o yöne sevketmiştir. Aslında Küfe Valisi İbni Ziyad, Yezit’in emri bu mektupları yazan ileri gelenleri teker teker avuç dolusu altın vererek satın almıştır. Bu dönek insanlar Hz. Hüseyin’i hararetle davet ettikleri halde, ona sahip çıkmamışlar, göz göre göre o masumların kanına girmiş ve şehit olmalarına sebep olmuşlardır. Halbuki, Hz. Hüseyin R.A. Basra ve Küfe halkının yani Iraklıların babası Hz. Ali’nin de şehit olmasına mani olamamışlar. Hep ikiyüzlü, dönek ve zikzaklı hareketler yaptıklarını bilen ve yaşayan birisi olarak bu adamlara itibar etmiştir. Hatta  Hz. Hüseyin Medine’den Irak’a yola çıkarken birçok sahabe önüne geçip mani olmak istemişler ama onu engelleyememişlerdir. Bu konuda birçok araştırmacı emekler sarfederek bu gerçeklere ulaşmışlardır ve sonunda zalimlerin eline düşen bu masumların kaderi bu demekten başka birşey diyememişlerdir. Bu açıdan da Hz. Hüseyin’e asrımızda hak-adalet-hukuk adına zalime başkaldıran ölümü pahasına hakkını arayan ve bu uğurda şehit olan gerçek bir demokrasi şehidi demişlerdir.

Burada garip olan Hz. Hüseyin gibi bir mübareğin bütün bu anlatılanları bildiği halde zalimlerin kucağına bir avuç masumla gitmesi ve onların tuzağına düşmesidir. Yine bu konuyu araştıranların tesbitine göre bu korkunç olaya bulaşanların birçoğu bu zalimler cezasız kalmamış, Allah’ın gazabına uğramış, hepsi layık oldukları belayı bulmuşlardır. Ne yazık ki İslam milleti içinde yüreğinde kıyamete kadar sürecek bir yürek yarasına da sebep olmuşlardır.

Bu zalimlerin tamamı başta Şam hükümeti sözde halifesi Yezit’in ve onun hilafetini sağlayan babası Muaviye’nin Irak Valisi Ubeydullah b.Ziyad’ın tertip  ve düzeninin sonucudur. Bu hususun garip olan noktalarından birisi de Ehlibeyt düşmanlığı Emevilerle başlamış, Emevilerin Ehlibeytin hukukunu koruma adına ortaya çıkan ve Abbasi devletinin kurulmasına sebep olan Ehlibeyt taraftarı Abbasi hanedanı olanlar Emevileri yıkmışlar, ama ehlibeyt düşmanlığı yine devam etmiştir.

“İhtilal evlatlarını yiyor” diyen Fransız filozofu Jan Jak Russo’nın dediği gibi ehlibeytin gasbedilen hakkını almak üzere ortaya çıkan Abbasi düşüncesi ne yazık ki sonradan saltanat hırsı ile ehlibeyt düşmanlığına dönüşmüştür.

Demek ki değişen bir şey yok. Bugün DEAŞ’ın sözde İslam adına ortaya çıkıp, çıkarılıp da müslümanları katlettikleri gibi, makam, mevki, saltanat ve idare merakı insanları saptırıp kendilerini, kendi ideallerini yok etme noktasına getirebiliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bu işlerin aslı nesli maalesef politik ve siyasi amaçlı olmalarıdır. Gerçekte Allah rızası olsaydı neticeleri asla olumsuz olmazdı. Tarihe göz atanlar bunu hemen görebilirler. Önceleri bir amaç uğruna biraraya gelenler gayelerine ulaşınca birbirlerini saf dışı etmek için benimsedikleri gayelerini çiğneyebiliyorlar. Tarih bunun her zaman canlı şahididir. Kerbela olayı da bu açıdan dünyadaki iktidar sahiplerine çok önemli ve ilginç bir ibret örneğidir.

Üçüncü tesbit:

Kerbela olayının araştırılmasından çıkan üçüncü tesbit de şudur: Bu olayda akıl ve mantıkla bağdaştırılamayan bir takım zıt davranışların mevcudiyetidir. Bir kere şunun iyi bilinmesi şarttır.

İslamiyetin ana kaynağı Kur’an’dır. Onun tebliğcisi Hz. Muhammed SAV.in sahih doğru söz fiil ve görüşleridir ve ulu Allah’ın insanlara ihsan ve ikram ettiği en büyük nimet olan akıl ve mantıktır. Bazı insanlar her şeyin Kur’an’da tekrar tekrar sayılmasını arzu ederler. Eğer bu olsaydı binlerce Kur’an ortaya çıkar, o zaman Kur’an okunmaz, anlaşılmaz, uygulanmaz bir hal alırdı. Onun için Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in kesin buyrukları dışında üçüncü ve en keskin delil akıl ve mantıktır. Bir meselede Kur’an, R.SAV.in özlü söz ve hareketleri yoksa o zaman rehber Kur’an’a bağlı akıldır. Onun içindir ki, Kur’an’da birçok ibretli olaylar sayılırken ayetin sonunda “onlar  akıl etmezler mi, düşünmezler mi, akıllarını kullanmazlar mı” gibi ifadeler yer alır ki, bu ifadeler aklın en yüce delil olduğunu bildirir.

Bu açıdan Kerbela olayına baktığımızda; bir takım ehli sünnet sünni ve alevi özelilkle  Şia-İran aleviliği alimleri ve araştırmacıları bu işin başlangıç noktası olan Hz. Ali R.A. hazretlerinin hilafet nedeni ile Hz. Ebubekir R.A., Hz. Ömer R.A. ve Hz. Osman R.A. ve diğer büyük sahabilerden bazılarına olan kırgınlığıdır. Bu hususta yapılan incelemelerde de Hz. Ali R.A. hazretlerinin kırgınlığı kesin ancak bu kırgınlık Hz. Ebubekir, Hz. Ömer zamanında hatta Hz. Osman zamanında  bile fiiliyata dönüşmemiş, Hz. Ali açıkça bir mücadeleye  girişmemiştir.

Hz. Osman zamanında ve sonrasında Hz. Ali halife olunca bu işler harp noktasında ortaya çıkmıştır. Sıffin Savaşı, Muaviye, Hz. Ali arasında, Cemel vakası ve diğerleri gibi İslam hilafet tarihine baktığımızda Hz. Peygamberden sonra hemen ölümü anında hilafet konusu ortaya çıkıyor. R.SAV.in mübarek naaşı defnedilmeden sahabiler, kabilelerin her biri halifenin kendilerinden olmasını arzu ediyor. Bu işe kimin getirilmesi daha uygundur, hususunda ashabın hepsinin fikrini almak mümkün olmuyor. Birtakım kargaşalıklar oluyor. Hz. Ali ve ehlibeyt R.SAV.in techiz tekfin yıkanması, kefenlenmesi ve defni ile meşgul oluyorlar. Bu arada hilafet meselesi ile ilgilenmeye fırsatları olmuyor. Neticede genel olarak kargaşayı önlemek, huzuru sağlamak için Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Aşereyi Mübeşşere (cennetle müjdelenenlerden) bazıları ve sahabilerin çoğunluğu ile Hz. Ebubekir R.A. en yaşlı, en tecrübeli R.SAV.in en yakın dostu vs gibi özellikleri ile halife seçiliyor.