İnsanın kendini bilmesi veya bulması, keşfetmesi ne güzel bir şey.

Ancak özellikle bizim gibi toplumlarda, insanların kendini bilmesi, bulması kolay bir yolculuk değildir. Kültürel kodlarımız buna çok uygun değildir.

Değildir diye değişimi beklemek te yanlıştır elbette, değişim önce bizden başlamalı.

Eğitim sistemimiz de hiç uygun değildir, ancak yanlışın farkına varmak değişimin başlangıcı olmalı . Kendini tanıma, farkına varma kendini gerçekleştirme, ben kimim, neyim, nerdeyim, yaşadığım çevre, yaşadığımı semt, yaşadığım coğrafya veya evrenin neresindeyim ve ben hayata nasıl katkıda bulunabilirim sorularını sorarak eğitim sürecine başlamalı çocuklar.

Anaokulu yaşlarında ailelerde çok sık rastlanan bir anlayış vardır; çocuğun kendini keşfetmesi, bilmesi, anlaması sürecine başlaması yönünde değil , anne - babalar kendilerinde gördükleri eksikleri çocuklarında tamamlamaya çalışmak gibi bir anlayışla yaklaşırlar.

Kendi gerçekliklerini bulamadıkları için, çocuklarında ararlar. Oysa ki çocuklar farklı bireylerdir. Ne annesi, ne de babası gibi olmayabilirler . Çocuklarla çok bir arada olduğum için gözlemleyebiliyorum; çocuğun resim yapması , sanatla uğraşması, o alanda en iyisi olması değildir önemli olan. Sanat ve sanat eğitimi çocukların bakış açılarını geliştirmek, vizyonlarını açmak, hayata daha anlamlı bakmalarını sağlamak, bilgi, kültür ve becerilerini geliştirmek, özgüveni, yapabilirim duygusunu geliştirmek, farkındalık kazanabilmek gibi bir çok beceri alanını içerir. Buna rağmen ailelerin ilk sorduğu soru “Benim çocuğum nasıl resim yapıyor?” sorusudur.

Çocuklar kötü resim yapmaz zaten. Buradaki anlayışın, yaklaşımın altında yatan, çok iyi piyano çalan,resim yapan,bale yapan ,çok iyi yabancı dil bilen, çok iyi yüzebilen, satranç şampiyonu olan, mükkemel ötesi bir çocuk özlemidir. Kendi kapasitesini bulamayan bilemeyen evebeyinler kendi arayışlarını çocuklarda bulmak ve bilmek isterler.

Ve tüm okullar buna göre programlanır. Çocukları, gün içersinde bir dersten bir derse koşuşturmaya yönelik olarak hazırlanan programların içersinde, oyun gibi en doğal hakları ellerinden alınmıştır.

Aile mükemmel bir çocuk yetiştirmek için maddi imkanlarını seferber eder. Süreç içersinde başka çocuklarla kıyaslanıp,daha sonra kendini bilemeyen, bulamayan gençlere “benim oğlum benim mesleğimden olacak” veya , “benim kızım daha çok para kazanan mesleklerden birini tercih edecek” dayatması ile gençler kendini bulamayan bilemeyen,farkındalık düzeyi düşük evebeyinlere dönüşürler ve bu kısır döngü devam eder.

Birde bu süreçlere elalem katılır ki, bunlar çok önemlidir . Onların düşünceleri, yargıları, kavramları eklenir, mutsuz olunca kendini bilme bulma ve farkındalık yolculuklarına çıkılır. Seminerler, kişisel gelişimler,yaşam koçları, terapiler …

Kişinin kendini ve yaşadığı evreni farketmesi için yol gösterici yetişkinler ve eğitim yaklaşımları ile bu süreçler çok kolay aşılır. Farklı bir insan, farklı bir hayat yolculuğuna daha kolay, daha basit, daha sade çıkılabilir.

Daha mutlu, başarılı ,hayata katkı sunabilen, farkındalık düzeyi yüksek bireylerden oluşan üretken topluma dönüşebiliriz.

İnsanın kendinin farkında olması, kendi derinliğini bilmesi, kendine ayna tutabilmesi hayatını kolaylaştıracak, kendi derinliğini keşfetmesi için bir başkasının, başka olayların, kişilerin ayna tutmasına gerek kalmayacaktır. Küçük yaşlarda kendini, gücünü, duygularını, neden mutlu, neden mutsuz olduğunun farkına varabilecek, mutsuzluğu aşmak, içindeki boşluğu doldurmak için yanlış arayışlar da olmayacaktır.

Önce, önyargısız bir biçimde tüm insanlarla eşit olduğumuzun öğretilmesi ve öğrenilmesi ile başlar hayat yolculuğu. Bunu hangi yaşta öğrenirsek işte evrenin zekâsı ile tanışmış oluruz. Herhangi bir müzik aleti çalmayı öğretirken, hayatın ritmini, doğanın ritmini farketmeyi öğrenip, zorlamadan kontrol etmeden, hayatın ritmi ile kendi yaşam ritmimizi birleştirdiğimiz zaman, ne kadar eşsiz ve değerli, evrenin değerli bir parçası olduğumuzu yine zorlanmadan, ego yapmadan farkedebiliriz.

Her sabah güneş aynı ritimde doğuyor. Güzel bir müzik dinlediğimizde duygulanıyorsak, kendi ritmimiz müziğin ritmi ile özdeşleşiyor demektir. Bir çiçeğin yapraklarının dizilişindeki ritme veya herhangi bir başyapıta bakarkenki kendi duygu ritimimizle çiçeğin dizilişindeki veya sanat eserinin ritmi uyum halindedir, onun için etkilenir, duygulanırız.

Sevdiğiniz birisi ile göz göze geldinizde, eğer bir yargınız, koşullanmanız, geçmiş travmalarınız, yanlış kültürel kodlarınız yoksa, elalem karışmıyorsa, kalbinizin ritmini farketmeniz, karşınızdaki ile aynı frekansı, aynı duygu ritmini yakalamış, buna hayatın ritmini katmışsınız demektir. Aşk dediğiniz şey tam da bunların bütünüdür.

Her insan hayatına yeni anlamlar katacak bir değişim, dönüşüm noktasına ulaşabilme şansına ve kapasitesine sahiptir. Hangi yaşta olursa olsun, yeter ki bize ayna tutabilecek, kendimizi anlamamıza, bulmamıza yardım edecek, olaylar, kişiler karşımıza çıkıp kendi aynamızı kendimize çevirmemize destek olsun…

Hayatımızda sevgi olsun, sağlık olsun, aşk hep olsun.

Yeni değişim, dönüşüm yolculuğuna bu duygularla çıkmanın dayanılmaz güzelliğini yaşayalım.

ANKARA