TÜSİAD 18 Aralık 2021 günü, faizlerin düşürülmesini içine alan yeni ekonomik kararlara yönelik yaptığı açıklamada, “Son dönemde yaşadığımız istikrarsızlıklar sonucunda, denenmekte olan ekonomi programıyla amaçlanan sonuçlara erişilemeyeceği netleşmiştir. İktisat bilimi kurallarına hızla dönülmelidir” ifadesiyle AKP iktidarına karşı tavır almıştır.

MÜSİAD’ın 20 Aralık 2021 günü yaptığı açıklamada ise “Düşük faiz odaklı politikamızın destekçisiyiz” denilmiştir. Ve “Son dönemde makroekonomik temellere dayanmayan suni bir güvensizlik ortamı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Son 20 yıldır serbest piyasa koşullarından ödün vermeden yıllık %5,3 büyümeyi başaran ekonomimizin, bu süreci de atlatacağına olan inancımız tamdır” ifadesiyle iktidara destek olunmuştur.

Sonuçta İstanbul sermayesinin temsilcisi konumunda olan TÜSİAD ile Anadolu sermayesinin temsilcisi konumunda olan MÜSİAD karşı karşıya gelmiştir.

***

Şimdi konuya biraz daha farklı ve daha genel bir pencereden bakalım:

Hem Marksist terminoloji hem kapitalist terminoloji der ki, “Bütün savaşların nedeni ekonomiktir.” Yani kaynak paylaşımıdır; toprak, su, petrol, maden vs. paylaşımıdır.

Bu da kaçınılmaz olarak kan ve şiddet olarak ortaya konulan bir mücadeleye ve rekabete, yani savaşlara yol açmıştır ve de açmaktadır.

Tüm çağlar boyunca bu böyle olmuştur ve de böyle olmaktadır.

Marksist terminolojiye göre bu savaşlar sınıf savaşıdır, sınıflar arası savaştır.

Küresel güçlerin terminolojisinde ise savaşlar özgürlük getirmektir, demokrasi götürmektir, terörü engellemektir. Nitekim mazlum ülkelere yapılan tüm saldırılar, işgaller, katliamlar bu gerekçelerin gölgesinde yapılmış ve yapılmaktadır.

***

Bugün ve geçmişe baktığımızda görünür o ki;

Kapitalizm öncesi savaşlar, bir ülkeyi ya da ülkeleri ve daha da genel bir ifadeyle bölgeleri sömürgeleştirmek için yapılmıştır.

Emperyalist süreçte ise, sömürgeleri ele geçirmek için yapıldı.

Ve siyasi literatürde bu savaşlara, “Emperyalist Paylaşım Savaşları” denildi.

Savaşın bu “ekonomik” özelliği, bir “savaş ekonomisi” felsefesi de yaratmıştır. Bu felsefenin kurucusu ise İngiliz ekonomisti John Maynard Keynes olmuştur.

Kapitalizmin teorisyeni Keynes’e göre, “Ekonominin aşırı sermaye talebinde, savaş çok kârlı ve verimli bir ekonomik kaynaktır.”

Ve yine Keynes’e göre, “Kapitalist ekonominin durgunluğu, yerini, sürekli bir savaş ekonomisine bırakmalıdır. Sarsılma ya da çöküş tehlikesi içinde bulunan piyasaları harekete geçirmek için başkaca yol yoktur.”

İşte bu düşünceler, Batı’nın küresel güçlerinin sömürgeci zihniyetlerine ve de sömürgeci politikalarına bir meşruiyet kazandırır olmuştur.

***

Peki, bir ülke içindeki çatışmaların nedeni ve hedefi nedir?

Eğer bir ülke küçültülmüş bir dünya gibi düşünülürse, ülke içindeki kavganın da dünyadaki savaşlara benzer olduğu görülür.

Yani çatışma, dünyadaki gibi ülke içi ekonomik kaynakların ve pazarın paylaşım kavgasıdır.

İşte bugün Türkiye’deki iktidar kavgası, bu paylaşım kavgasının dışa vurumudur.

Daha da net olarak ifade edilirse; kavga, İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesinin ekonomik kaynakları ve pazarı paylaşım kavgasıdır.

80’lere kadar bu kavga, kapitalizmin yerleşmesi ile buna karşı oluşan toplumsal duruşun bastırılması, gerektiğinde darbelerle, askeri müdahalelerle susturulması idi.

80’lerden sonra ise yükselen Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesinin paylaşım kavgasına dönüşmüş, siyasi temsilcileri aracıyla da siyasete damgasını vurmuştur.

***

Ve de bu kavgada, halkın kutsadığı değerler kullanılmış ve kullanılmaktadır. ,

Nitekim İstanbul Sermayesi, cumhuriyet değerlerini şemsiye yapmıştır.

Ve geçmişte “Yeşil Sermaye” denilen, “Anadolu Kaplanları” denilen Anadolu Sermayesi ise İslami değerleri şemsiye yapmıştır.

Yani İstanbul Sermayesi, yapıştırıcı güç olarak Cumhuriyet değerlerini kullanmıştır.

Anadolu Sermayesi, yapıştırıcı güç olarak İslami değerleri kullanmıştır.

Ve bugünkü görüntüye göre İstanbul Sermayesi’nin siyasal temsilcisi Millet İttifakı, Anadolu Sermayesi’nin siyasal tensilcisi Cumhur İttifakı olarak görünür olmuştur.

Özet olarak, Cumhuriyet ve İslami değerlerin gölgesinde yapılan bu kavga, ekonomik kaynakların ve pazarın paylaşım kavgasıdır. Ama siyasete iktidar kavgası olarak yansımıştır.

Ağır bir ifade olacak ama kendi çıkarlarını temsil eder bir örgütlü yapıya geçememiş halk, bu kavgada figüran olarak kullanılmış ve kullanılmaktadır!!!

Ve de kavganın ekonomik, siyasal, sosyal tüm yükünü de bu halk yaşamaktadır ve de yaşayacaktır.

Peki, ne zamana kadar?

Halkın siyasete gerçek ağırlığını koyduğu, gerçek halk iradesinin hakim olduğu, ekonominin halkın lehine çevrildiği…

Ve de ülke kaynaklarının ülke içinde eşit paylaşıldığı bir sistemin inşasına kadar…