Köre, fili tarif et deseydik nasıl bir cevap alırdık? Hiç merak ettiniz mi?

Körün fil tarifi misali hayata bakanlar için sebep-sonuç ilişkisi devre dışıdır ve ol sebepten yanılgı ile yenilgi kaçınılmazdır. Yenilgi kaçınılmaz dedik, sonra ekleyelim, dünü bilmeden günü anlamak ve yarını öngörmek olası değildir.

Geliniz bazı fotoğraf karelerini birleştirerek bütünü görmeye çalışalım.

Birinci Kare…

1915 Londra, 1916 Sykes–Picot Anlaşmalarının hepsinde ve 18 Ocak 1919 Paris Barış Konferansı'nın maddeleri gereği İstanbul ve daha önemli olarak Boğazlar zamanın emperyal güçlerinin emrine tahsis edilmiştir.

Paris Konferansı sözde Barış Konferansı'dır. Asıl amaç, Osmanlı'nın tırtıklana, tırtıklana hayli küçülen topraklarının  paylaşılmasıdır. 32 devlet bu konferansa katılmış, ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya'nın istekleri doğrultusunda Konferans'a yön verilmiştir. Ancak gerçek egemen güçler İngiltere ve Fransa'dır.

ABD Başkanı Wilson, iki cebine de bazı notlar koyarak bu konferansa katılmıştır. Wilson Prensipleri... Amacı yarının  egemen gücü Amerika'nın hâkimiyetinde Milletler  Cemiyeti'nin kurulması... Diğeri ise "Denizden Denize Ermenistan" ve "Büyük Kürdistan"…

Mısırlı Bogos Nubar Paşa ve Ermenistan temsilcisi Avatis Ahoranyan, Wilson Amca'nın koltuk değnekleri... Hayali Ermenistan toprakları için istekte bulunmayı nedense görev olarak kabul eden bu zat-ı muhteremler, Amerika'nın onlara oynadığı oyunun farkında olamamışlardır.

İngiliz dayılarını arkalarına alan Yunanlı, İstanbul ve Trakya’yı istemiştir. Osmanlı tebaası olan Fener Rum Patrikhanesi’nin bu konferansa sanki farklı bir hükmi şahsiyetmiş gibi ayrı bir heyetle katılmasına  asla şaşırmamamız gerekir.

İkinci Kare…

16 Mart 1920’de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilmiş, 10 Ağustos 1920’de Sevr imzalanmıştır. Sevr’de Halife İstanbul'da özellikle İngilizlerin denetiminde  İslâm dünyasını, Rum Patrik Doroteos ise Ortodoks dünyasını yönetecektir.

Emperyal patronların yazdığı senaryo budur. Bu senaryoyu bozacak ve "vatanın baht-ı kara maderini" bozacak biri çıkacaktır elbette…

Ancak, Sevr Antlaşması Meclis-i Mebusan'da  görüşülmemiş ve onaylanmamıştır.

Bu süreçte cetvel ve pergelle Ortadoğu'nun  haritası, İngiliz casuslar Getrude Bell ve Lawrence tarafından çizilerek değiştirilmiş ve bugünkü İsrail devletine yer açılmıştır.

Üçüncü Kare…

Sevr’de “Boğazlar Komisyonu” maddesi…

Boğazlar Komisyonu “nevi şahsına münhasır” bir devlettir. Çatalca–İzmit–Edremit arasında kalan üçgen, bu “komisyon"un toprağıdır ve Türkiye, Boğazlar ve İstanbul Bölgesindeki hâkimiyet haklarından vazgeçirilmiştir.

Komisyon'a İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya, Yunanistan ve Romanya temsilcileri katılacak ve başkanlığı birer yıl süre ile yürüteceklerdir. Türkiye’nin bu komisyonda üyesi yoktur. Ancak, Mali İşler Komisyonu’nda da Türklerin sadece “istişari” üyesi vardır. Bir diğer deyişle laf olsun diye arada danışılan ama hiçbir işe karışmayan daha doğrusu kendi vatanında ulusal çıkarları için ses çıkaramayan üye…

Dördüncü Kare…

Wilson Prensipleri Madde 12     

1918’de ABD Başkanı Wilson İstanbul ve Boğazlarda ayrı bir devlet kurulmasından söz etmiştir.

Bu arada “büyük dost ve müttefikimiz (!)” ABD’nin  Lozan’ı  imzalamadığını hatırlayalım. Bu nedenle ABD ile ilişkilerimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni resmen tanımadığı için ikili antlaşmalar çerçevesinde yürütülmektedir.

Beşinci Kare…

Gel zaman git zaman… Fili yuttu bir yılan… Yıl 1997

3 Ekim 1997 tarihli Milliyet gazetesindeki röportajda Rahmi Koç Patrikhaneden “İmparatorluk” (!) diye söz etmekte, “Boğaz’a Özerklik” diyerek “İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının tek bir idare altında toplanması gerekiyor. Bu çok önemli çünkü şimdiki düzenlemede çok kişi karışıyor”… “Özel bir kuruluş istemiyoruz. Özerk bir kuruluş istiyoruz!” demektedir.

Gel de  ispirto içme!...

Altıncı Kare… 30 Mart 2002

AB’den Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz döktürdükçe döktürüyor…

“Geniş yetkilerle donatılmış bir İstanbul Parlamentosu kuracağız, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi yerine o görev yapacak, İstanbul’a da hemşerilik vergisi gelecek”. (30 Mart 2002 Yavuz Donat)

Yedinci Kare…

“Çılgın Proje” İçinden iki deniz geçen şehir!…

Eş-Başkan Erdoğan’ın son genel seçimler öncesi açıkladığı “Çılgın Proje”yi hatırlıyor musunuz?  “İstanbul, artık içinden iki deniz geçen bir şehre dönüşecek” diye sunuyordu Erdoğan, “Çılgın Projesini”.

İstanbul bir bakıma Trakya’dan ve Anadolu’dan kopartılarak etrafı “denizden surlarla çevrili” bir başka ülke haline geliverecektir.

Bu çılgınlığın yanına İstanbul için düşünülen, “Dünya Finans Merkezi” olmasını, “Dünya şehri”, yani “Dünya Devleti” ifadesini de ekleyiniz… Yani bir bakıma “bağımsızlaşma”…

Sekizinci Kare…

Boğazlara Özeklik”

3 Ekim 1997 tarihli Milliyet gazetesinde sekiz sütuna manşette ne diyordu Rahmi Koç, “Boğaz’a Özerklik”… Alt başlık ise “Rahmi Koç: Çanakkale ve İstanbul Boğazına tek yönetim şart”… 

Rahmi Koç: “İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının tek bir idare altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Bu çok önemli… Çünkü şimdiki düzenlemede çok kişi karışıyor Boğaz geçişlerine, her kafadan bir ses çıkıyor. Özel bir kuruluş istemiyoruz, özerk bir kuruluş istiyoruz. Eğer bunu yapabilirsek, gerek BM bünyesindeki İMO, gerek dünyanın büyük sigorta şirketlerine, petrol ve nakliye şirketlerine tek bir muhatap olacaktır. Bu da çok iyi Türkiye için.”

“Özerk” ifadesinin altını çiziniz lütfen. Rahmi Koç’un sözlerinin Türkçesi şudur; “Koç, yabancı sermayenin kontrolünde, uluslararası ve ille de özerk bir yönetimle idare edilen bir Boğazlar rejimi istemektedir.”

Dokuzuncu Kare…

Sevr’in birinci maddesinden kısa bir alıntı yapalım mı?

“.... İstanbul merkez olmak üzere İzmit, Bursa, Balıkesir, Çanakkale’yi de kapsayan Boğazlar Bölgesinde Türkiye’nin de katılacağı bağımsız bir yönetim oluşturulacak ve kendine özgü bir bayrağı olacak.” Ve devamla... “... Türk üyeler, ancak danışma niteliğinde olan görüşmelerde oy kullanabilecekleri gibi, devletin bütçesini de bu komisyon düzenleyecektir. İstanbul yine resmen Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak, padişah ve hükümeti bu barış anlaşmasının hükümlerine uydukları sürece burada oturacak, aksi takdirde tüm yetkilerden yoksun bırakılarak ellerinden alınacaktır.”

Ne demiştir Rahmi Koç o röportajda, “Boğaz’a Özerklik”in gerçekleşmesi için Dışişleri Bakanlığı’na gideceğiz, askere gideceğiz, devlet ve askeri erkâna anlatacağız bunu, ikna edeceğiz. Yanlış tarafımız varsa onlar söyleyecekler, biz de düzelteceğiz. Fakat kanun olarak Meclis'e gittiği zaman herhangi bir tepki gelmemesini arzu ediyoruz. Bütün parti başkanlarına gidip anlatacağız”…

Onuncu Kare…

Aldı sözü Mustafa Kemal söyledi

Bakalım ne söylemiş…

Mustafa Kemal, 16 Ocak 1923’te, Cumhuriyet’in ilanından dokuz ay önce, İzmit’teki basın toplantısında şunları söylemiştir: “İstanbul teşkilâtından bahsedilmiştir. İstanbul hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii vüsatiyle, nüfusunun ekseriyetiyle mütenasip idare teşkilatına malik olacak. Fakat hiçbir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak”.

Herkesin bir görevi var… Rahmi Bey de şirket işlerini oğluna bıraksa da çok çalışıyor, çok…

Kareler birleşince ak koyun kara koyun güneş gibi ışımaktadır bakıp da görebilene…

Ah bir de Kemalist Devrim ve tam bağımsız Türkiye'nin ışığından   gözleri körleşen genleri ABD, AB tarafından şifrelenmiş yarasalar olmasa!