Kar yağınca çocukluğum, çocukluğumun Çorum'u gelir aklıma. Çocuklukta her mevsim güzel gelir insana, ancak uzun süren kış mevsimlerini bir başka anımsarım, bir başka kalmıştır hafızamda.

Hayat bilgisi kitaplarımızda bile vardı, şimdi var mı bilmiyorum? Görsellerini hiç unutmuyorum, bir soba etrafında toplanmış aile bireyleri ,mutlaka masal anlatan bir nine bulunur. Bu nineler özeldir, direkt kan bağı olan da olabilir veya kan bağı olmayıp uzaktan bir hısım akraba da olabilir. Eskiden nineler, dedeler huzur evlerine, bakım evlerine gönderilmezdi. Nineler, dedeler evin en güzel köşesinde oturur, kimse onlara saygıda kusur etmezdi. Onlar akil insanlar, bilge insanlardı, akıl danışırdı herkes onlara , sadece ailenin değil mahallenin de danışılan insanlarıydı.

Masal anlatan nine, etrafında evin veya mahallenin çocukları, sobanın üstünde çaydanlık veya mısır, kestane…Baba gazete okur, anne örgü örer, küçük çocuk yapma bebekle oynar sımsıcak, bir kedi soba kenarında uyumuş , aile bireyleri gülümser hep , mutluluğun resmi gibi aklımda kalmış .Kar yağınca aklıma gelir hayatın bilgisinin, dersinin bilgeliği…Daha sonra o görsel üzerinden öğretmenimiz bizimle konuşur, resim üzerinden kış mevsimine giriş yapardık.

Bir de duvarda asılı, mevsim şeridi dediğimiz, mevsimleri, ayları, mevsim geçişlerini falan anlatan bir ders aracı vardı anımsarsınız. Şimdilerde yok, bilmem neden yok? Önemli doğa olayları bu şerit üzerinde yer alırdı ,kuşların göçleri, önemli fıtınalar, cemrelerin düşüşü…Sadece bilgi veren değil, bir doğa takvimiydi sanki, şimdi çocuklarımızın hiç bilmediği, tarihlerin yazılı olduğu…

Kış resmindeki kar topu oynayan mutlu çocuklar bizdik sanki. Bir de yeni yılda mutlaka el yazısı ile yazarak birbirimize posta aracılığı ile attığımız kartların, simli, pırıl pırıl kar manzaraları vardı. Akşam vakti küçük bir ev, evin üzerine karlar yağmış, penceresinden sarı ışıklar…Bahçe çitlerinin üzerine kar yağmış, kırılmış odunlar üzerinde simleri,üzerine simden karlar yağmış …Çam ağaçları ile kaplı bir arka plan. Biriktirirdik onları… Ve ya Ayşegül ile dedesinin yanına kar tatiline gider, o güzelim kitap resimlerinden etkilenerek onunla gezerdik, kayak yapardık hiç bilmediğimiz halde.

Uzun kış gecelerinde gerçekten evlerde kış eğlenceleri yapılır, akrabalar komşular ,birbirine oturmaya gider, sohbetler edilir , biz çocuklar ise tıpkı hayat bilgisi görsellerinde olduğu gibi, isim, dağ, göl, nehir, şehir gibi son derece eğitici oyunlar oynardık. Şimdi bu oyunlar keşke bir öğrenme aracı olarak okullarda, derslerde eğitim için kullanılabilse. Bilgi ne kadar kalıcı olur.

Kar yağıp hava biraz yumuşaksa mutlaka geceleri büyüklerle kartopu oynamaya çıkılır, veya kızak kayardık. Bu kızak bazen gerçekten ahşaptan yapılmış Noel baba kızaklarına benzer, veya ahşap tahta parçalarının, bazen de naylon leğenlerde veya kocaman merdivenlerin üzerine tren gibi oturur kayardık.

Ellerimiz donardı, çatlardı, o çatlaklar bazen çok derinleşir, elimiz acır ama içimiz acımaz, travmalar oluşturmazdı. Çocukluk anılarımızda hiç birimiz hasta olmazdık, ruhumuz doyduğu için bedenimiz donmazdı.

Elimizin çatlaması dünyanın sonu değildi, biraz ateşlensek dünyanın sonu hiç değildi. Annelerimizin alnımıza koyduğu sirkeli bezlere rağmen ateşimiz düşmez ise Dr. Rifat Patır vardı; her derde deva…Eve gelirdi kendisi, çocuklar üşütür gelmesinler diye. Muayene eder, ilaç verir ve bir saat içinde turp gibi olur kalkardık. Ertesi gün okula gider, yine karlarda yuvarlanır, izimizi çıkarırdık. Ben bunu hala fırsat buldukça yaparım, karların üzerine kendimi atar izimi çıkarırım. Çocukluğumdan çocuk kalan bir yanım galiba…

Öyle kışlar olurdu ki balkona astığımız çamaşırlar donar, gömlekse gömlek, elbise ise elbise, pantolonsa pantolon, sanki birileri tarafından giyilmiş gibi olurdu. Bir çok hayaller kurardım onların robot duruşlarında, daha sonra sobalı odaya getirilir, buzları çözülür ve soba kenarına asılırdı.

Sobanın üzerinde portakal ve mandalina kabuklarını yakmak ise ayrı bir eğlenceydi bizim için, kokuları yayılırdı mis gibi…Bazen de deney yapar, kabukların asitlerini çıkarır ve küçük alevler almasını izlerdik.

Gece gezmeleri uzun kış gecelerinin vazgeçilmeziydi. Bazen tel tel diye bir tatlı yapılır, hep birlikte donması için dışarı bırakılırdı. Başka bir komşu onu alır, saklar, tel tel çekenler telaşa düşer, daha sonra komşu geri getirir ve hala lezzetini unutamadığım o güzelim tatlı ortaya çıkardı. İkramlar tamamen organik, kışlık saklanmış yaz ve sonbahar meyveleriydi, kokuları yayılırdı ortama. Hele bir de karpuz turşuları küplerden çıkar buz gibi… Evet herşey organikti, orijinaldi.

Kışlar kış gibiydi; karlar kar gibi yağar, kar yağışları felakete dönüşmezdi. Doğa kendi düzeni içinde sakince hayatına devam eder, biz insanoğlundan intikam almaya kalkmazdı.

Biz büyüdük kirlendi mi dünya bilemiyorum.

Bu anlatıklarım bir masal değil, Anadolu'nun herhangi bir şehrinde, kasabasında bizim kuşak çocuklarının yaşadığı anılardı.

Şimdi hayat bilgisi kitaplarına kış gecelerini anlatan görseller konulsa, sanırım aile bireylerinin ellerinde cep telefonları, çocukların elinde tabletler, şiddetli iletişimsizlik görüntüleri olur…Bunlar anlatılır derslerde....

Karın beyazı sanki bütün yanlışlıkları, kötülükleri yok eder diye düşünürüm her zaman. Çok severim kar yağışını…Hani böyle ince ince, elif elif yağar ya yüzünüze düşer, hiç biri biribirine benzemez…Biraz iri yağdığında onca kar tanesinin farklı biçimlerde olduğunu ve birbirlerine dokunmadan ahenkle dans ederek yere düşütüklerini ve bir arada bütün çirkinlikleri örtüğünü düşünürüm. Onca farklılığa rağmen hepbirlikte beyaz bir örtüye dönüşmelerini izlerim, yumuşak,estetik,naif, ayrıca toprakla buluşunca yarattığı verim, suların çoğalması da ayrı bir güzelliği… Doğayı rahat bırakırsak, doğanın döngüsü getirecek bütün bu güzellikleri…

Tabii ki bu güzellik, sokakta yaşayanları, evsizleri, ayakları elleri üşüyen çocukları, kapanan yolları, yani karların örtemeyeceği çirkinlikleri, sokak hayvanlarını kapsamıyor. Aklımızda tüm bunlar…Keşke onları da örtebilse, onlara da bir çare bulabilse yağan kar.

Yine de kışın sonu bahar diye düşünürüm, böyle umutsuz düşünceler aklıma gelince. İçim ısınır her şeyin çok güzel olacağını düşünerek…

Kar beyazını severim, hele bir de güneş çıkar, gökyüzü masmavi olursa, karlar erimeden kış güneşi yüzümüzü aydınlatırsa, bir de güzel bir dost, arkadaş, sevgili, eş yanında olursa, saatlerce yürümek ister insan, doğanın güzelliğine sohbetin, yüreğinin güzelliğini de ekleyerek…

Arada kuşlara yem atarak, karlara batarak, mavi gökyüzüne bakarak, güneşi hissederek, kar beyazı ile umutlarımızı bir araya getirerek çoğalabilirsek…Güneş gidince yerini dans eden kar tanelerine bırakarak… Güneşin kalan ışığı düşerek pırıl pırıl parlatırsa kar tanelerini, döne döne inişlerini seyre dalarım kar beyazı umutlarımla birlikte.

ANKARA