Çok varsıl bir ülkeyiz ya; yurt içinde cami yaptıracak yer kalmayınca(!); yurt dışında cami(ler) yaptırmaya başladık.

Nereye ya da nerelere mi?

Rusya Moskova’ya, Arnavutluk Tiran’a, Almanya Köln’e, Kırgızistan Bişkek’e, Kuzey Kıbrıs’a, İngiltere’ye, Kazakistan’a, Filipinler’e, Haiti’ye, Cibuti’ye, Belarus’a…

… …

Sayın Cumhurbaşkanı, bir tarihte, İstanbul Çamlıca Camii’ni eleştirenler için demişti ki; “Beni eleştirenler, dönüp Kanuni’ye ve Fatih’e baksınlar!”

Sayın Cumhurbaşkanının bu söylemini, konuya ilişkin aşağıda anlatacağım bilgilere ulaşınca anımsadım.

Bu bilgileri köşeme taşımaya karar verince de; “Evet Sayın Cumhurbaşkanı, biraz geç oldu ama Kanuni’ye de ve Fatih’e de baktım.” diye yazıma başlamak geldi içimden.

Evet, baktım ve gördüm Sayın Cumhurbaşkanı.

Baktım, gördüm ve öğrendim ki;

Onlar da cami yapar / yaptırırlarmış da; devletin kesesinden değil, kendi keselerinden yapar ve yaptırırlarmış.

Örneğin Kanuni, Süleymaniye Külliyesini, kendi kesesinden, kendi parasıyla yaptırmış…

Ayrıca, “Ben padişahım, çatlasanız da, patlasanız da yapar / yaptırırım” da dememiş. Ne harcandıysa, kuruşu kuruşuna yazmış / yazdırmış.
O bilgileri, ünlü Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi (1574 -1650) anlatıyor.

Külliye inşasına, 896.360 filori (altın para) ve 82.900 akçe, yani yaklaşık 3200 kilo altın harcanmış....
İnşaatta 1713’ü Müslüman, toplamda 3523 işçi çalıştırılmış...
Projenin mimarı, Koca Mimar Sinan Ağa (1490 -1588); külliyenin yapılışı boyunca tek tek kayıt tutmuş;
Harç için kullandığı, yumurta sayısından, ustaların milliyetine, dinine ve aldıkları ücrete kadar tek tek yazmış.

Osmanlı’nın; farklı uygarlıklara ve geniş bir coğrafyaya hükmettiğini göstermek için, caminin malzemeleri farklı yerlerden toplanmış.
Örneğin, beyaz mermerler, Marmara Adası’ndan, yeşil mermerler Arabistan’dan, demir Bulgaristan’dan, kurşun Sırbistan’dan getirilmiş...

Bu noktada önemli bir detay var.
Rivayet o ki; Kanuni, cami inşaatında çalışan işçilere; “caminin giderlerini bizzat karşılayacağını, dışarıdan yardım kabul etmemelerini…” söylemiş...

Ancak bir gece düşünde; caminin tartıldığını ve bir tas yoğurdun, o camiden ağır geldiğini görmüş... Kafasına takılmış gördüğü düş…

Ertesi gün işçilere, dışarıdan yardım alıp almadıklarını sorunca; işçiler, civardaki yaşlı ve yoksul bir kadının, kendilerine ayran ikram ettiğini söylemişler....

Kanuni bu duruma çok üzülmüş ve çok canı sıkılmış.

Bu kadının bulunması talimatını vermiş

Kadın bulunup, huzura getirilmiş.

Kanuni, bu yaşlı ve yoksul kadına ilgi göstermiş; hakkını hem ilgi olarak, hep nakit olarak fazlasıyla ödemiş, helallik istemiş.

Yine rivayet o ki; Kanuni’nin bu helalleşmeyi, “içim ondan sonra rahat etti” diye anlattığı şeklindedir.

Bu olayda dillendirilmesi gereken en önemli konu; Kanuni Sultan Süleyman’ın, cami inşaatında çakışan işçilere, “caminin bütün giderlerini bizzat kendisi karşılayacağını, dolayısıyla dışarıdan ve kimseden yardım kabul etmemelerini…” söylemiş olmasıdır.

Bu araştırmalarım sırasında önemli bir başka bilgiye daha ulaştım.

1609-1617 yıllarında Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılan Sultan Ahmet Camii, vergi salınarak yapılır.

Buna tepki olarak, İstanbul halkının, 5 yıl boyunca bu camide ibadet etmediği anlatılır.

* * *

Bu bilgilerin arasında (günümüz siyasetinin mantığına benzer) ilginç bir bilgiye daha ulaştım.

Necip Fazıl Kısakürek (1904 – 1983) Ereğli’de bir söyleşi anında anlatıyor.

“Osmanlı’nın son günleri ve Osmanlı ekonomisi bunalımda, çıkış yolları aranıyor. Ava olan tutkunluğuyla bilinen Padişah (Avcı) IV. Mehmet’e (1642 -1693), Boynuyaralı Mehmet Paşa (nam-ı diğer Boynueğri Mehmet Paşa) diye biri öneriliyor.
Boynuyaralı Mehmet Paşa, sadrazam oluyor ve sadaret mührünü alıyor.

Sadrazam oluyor olmasına da; günümüzün siyasetçileri gibi ne yapacağını, işin neresinden tutması gerektiğini bilmiyor.
İmparatorluğun içine düştüğü kaostan kurtulması için ne yapılması gerektiğini düşünüp(!), araştırırken(!) aklına bir fikir(!) geliyor ve İstanbul surlarını boydan boya, beyaza boyatmaya başlıyor.
Durumu gören Padişah Avcı Mehmet; “Bu ne iştir bu Paşa?” diye sorunca; Paşa, kapasitesiyle orantılı bir yanıt veriyor. “Sultanım Rus gemileri boğazdan geçerken surların ihtişamına baksınlar da, Osmanlı’nın ne kadar zengin, muhteşem ve İTİBARLI bir devlet olduğunu görsünler”

Bu yanıt üzerine Padişah sinirleniyor; “Paşa paşa! Osmanlı’nın açlıktan karnı gurulduyor sen nelerle uğraşıyorsun” diyor.

* * *

Konuyu, şöyle bağlamak isterim.

Kanuni Sultan Süleyman, Süleymaniye külliyesini, bizzat kendisi yaptırmış, ama KENDİ PARASIYLA…

Fatih Sultan Mehmet’le ilgili olarak bu konuda net bir bilgiye ulaşamadım.

Ulaştığım tek bilgi; Fatih’in, “cami ile akçasal ilişki kurulmaması” ile ilgili emirleri…

Araştırmalarımdan çıkardığım sonuç; Fatih Sultan Mehmet de, Kanuni Sultan Süleyman da din konusunda son derece duyarlılar.

Duyarlı oldukları için de, dini, siyasetlerine alet etmemek için büyük özen gösteriyor olmaları.

Ya şimdi?

Şimdi para da giriyor camilerimize, siyaset de…

Daha doğrusu camilerimiz, 1950 yılından bu yana siyasetçilerimiz(!) tarafından siyasi emelleri için kullanılıyor.

O nedenle, cemaatler eliyle her tür siyaset, her tür hurafe kol geziyor camilerimizde…

Lut kavmine döndük; siyasete bulanmış bu inanç seli içinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz. Ülkenin her bir yerinden hırsızlık ve tecavüz fışkırıyor.

Din var iman yok.