Kapitalist sistem, karakteri gereği sömürüsünü sorunsuz sürdürmek adına despot liderlere ve sistem uygulayıcılarına ihtiyaç duyar.
Patron dernekleri ve odalarının demokrasi yanlısı, anti- demokratik uygulama karşıtı bir tutum içinde görünmeleri sömürülerini sorunsuzca ve huzur içinde sürdürme çıkarsamasının sonucudur.
Dozu artırılan baskılar, sosyo- ekonomik hoşnutsuzluklar, toplumda gerilim yaratır ve bu gerilim ortamında üretimin sorunsuz sürmesi, kârın katlanması güçleşir.
Görece ılımlı, kitaba uygun uygulamaları benimseyen sosyal demokrat hükümetler döneminde ise demokratik hak arama eylemleri, temel hak ve özgürlükler konusundaki taleplerin yükselmesi, huzurlu sömürü ortamını tehdit eder. Bu çelişki sistemin temel doğasında vardır ve ortadan kaldırılamaz. Ancak bu saptama gelişmiş kapitalist ülkelerde bu kadar keskin hissedilmez. Çünkü bu ülkeler geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları yatırımlardan, ucuz emek ve işgücü üzerinden elde ettikleri kârlarla kendi halklarına daha katlanılabilir bir yaşam sunarlar. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde sosyal demokrat hükümetlerin iktidarda kalma süreleri daha uzundur. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal demokratlar çok zor iktidar olurlar ve iktidarlarını uzun süre devam ettiremezler. Ayrıca sosyal demokrat hükümetlerin insan hakları, iş güvenliği konusundaki duyarlılığı üretim maliyetlerini yükseltir ve kârları düşürür.
Oysa despot liderlerin başında olduğu siyasi partilerin iktidarları daha uzun ömürlüdür.
Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde despot yönetimler öncelikle kendi ideolojisini destekleyen kitleyi ( seçmenlerini) elinde bulundurduğu iktidarın tüm nimetlerinden küçük paylar vererek kemikleştirir ve kendi ideolojisine karşı olan kesimleri yok sayar.
Despot liderlere sahip siyasi partilerin sırtlarını dayadıkları ve potansiyel seçmen kitlesi olarak belirledikleri kesimler dinsel ve etnik temelli, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, yaşamı, olayları sorgulama gereği duymayan ve siyasi tercihlerini kolay kolay değiştirmeyen kitlelerdir. İktidarlarına oy veren kitlenin akıldışı, bilimden ve teknolojiden uzak, çağdışı tüm taleplerini yerine getirmek bu iktidarların uzun süreli olmasının bir garantisidir.
Despot iktidar “ yok” saydığı toplum kesimlerinin başkaldırısını emrindeki resmi güçlerle acımasızca baskı altına alıp susturur. Toplumun muhalif kesimlerini baskı altında tutacak devletin resmi güvenlik güçlerini artırır ve baskılara meşruiyet kazandıracak yasaları çıkarır.
Sermaye sınıfını kendi saflarına davet eder. Katılanlar ihalelerden nasibini alır ve hızla büyür. Katılmayanları ise elinde bulunan iktidar gücünü kullanarak boyun eğdirir.
Holding medyasının iktidar saflarında yer almasından sonra anti- demokratik uygulamaların ve çirkin çıkar ilişkilerinin önündeki son engel de kalkmış olur.
Devletin ve sermayenin ideolojik aygıtları kullanılarak muhalif sesler kısılır, toplum sadece iktidar açısından olumlu algı yaratacak gelişmelerden haberdar edilir.
Demokratik kitle örgütleri baskı altında tutulur, iş güvenliği konusundaki yatırımlar ve denetimler kaldırılarak işçi ölümleri üzerinden kârlar katlanır, iktidar yanlısı sendikalar kurularak işçinin gücü kırılır, aydınlar, akademisyenler ve bilim insanları itibarsızlaştırılır, aydın düşmanlığı körüklenir vs. vs…
Bu uzun süreli iktidar olma süreci devletin tüm kurumlarının ya rüşvetle ya da baskıyla büyük ölçüde ele geçirilmesiyle sonuçlanır. Asıl tehlike ise tüm devlet kurumlarına yukarıdan aşağıya sinmiş despotizmin kanıksanmış olmasıdır. Belki karşı duramamanın verdiği umutsuzluktan belki de oportünist beklentilerden kaynaklanan bu kanıksama durumu aklını ve vicdanını yitirmiş bir toplumun tohumlarını yeşerten en tehlikeli durumdur.
Despotizmin kanıksanmasının ve toplumca kabul görmesinin birincil nedeni eğitim kurumlarından başlayarak yaşamın tüm alanlarında süreklileştirilen “ Asık Suratlı Devlet” algısının bireylerin belleğine yerleştirilerek kutsallaştırılmasıdır. Sakin, sağduyulu, aklı başında siyasi liderlerin halk kesimlerince kabul görmemesi bu algının sonucudur. Asık suratlı devlet, despot liderlerin iktidarlarında vücut bulur ve toplumun belleğinde oluşturulan devlet algısıyla özdeşleşir. Devletin ekonomik ve siyasi baskıları, yoksulluk, sefalet, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, yolsuzluklar, bu algıyla yoğrulmuş toplum kesimlerinin devlete karşı tutum almalarına, hak ve özgürlüklerini sahiplenmelerine engel olur.
Devletin dış ve iç güçlerce tehdit altında olduğu algısı devlet tarafından uygulanan tüm anti- demokratik eylemlerine meşruiyet kazandırır. Demokratik hak arama eylemleri devlete karşı isyan olarak değerlendirilerek milliyetçi ve ulusalcı unsurlarca sabote edilip saldırıya uğrar. Devlet içindeki derin yapılanmalar, işkenceler, faili meçhuller devletin kendini koruma refleksi olarak kabul edilip desteklenir ve bu anti- demokratik uygulamalara karşı çıkanlar vatan haini ilan edilir. Bu konudaki haberler devletin ve holding medyasının yayın organlarında yer almadığından küçük bir kesim tarafından üretilmiş söylenti olarak değerlendirilmek dışında bir anlam ifade etmez.
Despot hükümetler, uzun iktidar sürecinde tüm yapıları kendi ideolojik, ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda dizayn eder ve dönüştürür. Bu tahribat her zaman ülkenin geleceğinde yeni olumsuzluklara yol açacak, onarılması mümkün olmayan tehlikeli bir potansiyel taşır.
Bu toplum, kızgın, eli sopalı, dili zehirli, acımasız ve buyurgan bir despot lider bulduğunda onu peygamber ilan etmek için hazır bekler. Ama yine despot liderleri tarihin çöplüğüne atacak tek güç de o toplumu oluşturan halklardan başkası değildir.
Bu tehlikeli durum ancak, toplumun devleti “ eli sopalı baba” olarak görme ve kabullenme algısından kurtulduğunda ortadan kalkacaktır.
Devletin her istediğini yapabilecek bir yapı olmadığı, toplumun ve ülkenin refahını, saygınlığını sağlayacak bir olgu olduğu toplumun belleğine yerleştiğinde despot liderlerin iktidar olmaları büyük ölçüde önlenecektir.