İslam’ın esası, imanın temeli, yüce Allah’ın varlığı ve birliğine en ufak bir tereddüte düşmeden kesin bir inançla inanmaktır.
İmanın diğer şartlarından hepsi yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin zorunlu bir sonucudur.. Demek ki ulu yaratıcı yegane güçtür. Kainatta nereye bakarsan bak, bu gerçeği her an görmek mümkündür. Bu ise mevcudata görücü gözle ve ibret nazarı ile bakmakla mümkündür. Baktığı halde görmemek en büyük gaflettir.
Cenab-ı Hak, Kur’an’ın bir çok ayetlerinde, bizleri ibretle bakmaya, gördüklerimizi anlamaya, düşünmeye, akıl edip anlamaya davet ediyor. “Efela tağgılun” Akıl edip anlamayacak mısınız? “Efela tetefekkerün” düşünüp anlamayacak mısınız? “Efela tübsırun” Gerçekleri görmeyecek misiniz” gibi ayetleri ile , nefsimize, kainata ibretle bakıp ulu Allah’ın varlığını kavrayı,p emirlerine sımsıkı sarılmamızı bize bildiriyor.
Düşünmemiz ve gereğini yapmamız için Kur’an şu örnekleri yazıyor: Zariyat Suresi; 20-21. ayette: Kesin olarak inananlar için tabiatta alametler vardır. Kendi yaratılışınıza bakın; önce su, et, kemik, kan, sonra can, ruh, sonra doğum, ömür ve ölüme kadar olan insan ömrüne bakın, inceleyin ve ibret alın. Sonra dünyanın yaratılışı, dağlar, tepeler, ovaların dizayn edilişi, toprağın bitki yetiştirme özelliği, bulut, rüzgar, hava, yağmur, su, kar, buz vs. ağaçlar ve bitkiler bütün çeşitleri, hayvanat onbinlerce çeşidi, fen ve teknolojinin gelişmesi, ilmin katettiği mesafe ile ortaya çıkan akıllara durgunluk veren olaylar insan beyninin ancak yüzde 4’ünü kullanarak elde ediliyor. Daha neler neler. Bunların hepsi Allah’ın kudreti ve insana verdiği akıl, ceht ve gayretle elde edilen işlerdir.
Bizi düşünmeye zorlayan bazı örnekleri de şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi şudur ki; Cenab-ı Mevla, amacı olmayan, boşyere hiçbir şey yaratmamıştır. “Efehasibtüm, ennema haleknaküm abesen ve ileyna la türceün” ayeti bunu anlatıyor. “Siz zannediyor musunuz ki, ben azimüşan boş yere birşey yarattım. Asla, her yaratığın bir gayesi ve görevi vardır.”
Bir miligram ağırlığındaki pire, 5 veya 10 ton ağırlığındaki fil, 50 ton ağırlığındaki deniz hayvanı balina, binlerce balık çeşidi, sürüngenler, kuşlar vs. hepsi Allah’ın varlığının delili ve insanlara hizmet için yaratılmış birbirlerinin hayatlarını devam ettirebilmeleri için biri diğerine rızık olarak yaratılmış. Düşünmek lazım değil mi?
At et yemez, köpek de ot yemez. Kızart kuzuyu, atın önüne koy, yemez. Hatta üzerine yeşillik koy, arpa koy, onları yer ama kuzu etini yemez. Köpek de buğdaya bakmaz, kemiği tercih eder. Bunlar insana bir şeyler anlatmıyor mu?
Ağaçlardan fotosentez yolu ile çıkan oksijen pis havayı temizler. İşte bir ağaç bu oksijeni üretirken hiç ses çıkarmaz. Gerçekten bir ağacın tabiata, havaya saldığı oksijeni bir fabrikada üretsek o beldede fabrikanın çıkardığı gürültü o yeri yaşanmaz hale getirirmiş. Gürütü kirliliği hayatı felç edermiş. Milyarlarca ağacın bu derece ses çıkardığını düşünün, dünya yaşanmaz hale gelirmiş.
Yüce Allah ağaçları sessiz oksijen fabrikası yaratmış, canlıların emrine vermiştir.
Kainatta nereye bakarsanız bu akıl ermez ibretli işleri görürsünüz. Çünkü mevcudat bu akıl ermez ama gerçek olaylarla doludur.
Sulara, denizlere, göllere bir bakalım. Kimisinin suyu tatlı, kimisi acı, kimisi tuzludur. Bazıları içilmez durumdadır. Tuzlu denizin suyundan bir bardak su içemezsin, ama ulu Allah o tuz deryasında tuzsuz balık yaşatıyor. O balığın etine tuz katarak yiyoruz. Yani, tuzlu suda tuzsuz balık.
Arılara bakın; aynı çiçekten iki ayrı çiçeğin suyunu emiyor. Bal arısının emdiği çiçek usaresi, suyu bal oluyor. Afedersiniz, eşek arısının emdiği aynı su zehir oluyor.
İki ceylan aynı dağda, ovada yayılıp aynı otu yiyor. Birisinde sadece dışkı oluyor, diğer ceylanda misk denen ve paha biçilmez koku oluyor. Buna da (miski anber) deniyor.
Şeker kamışı, boru kamış, her iki kamış aynı sudan sulanıyor. Birisinin içi boş, öbürünün içi şekerli su dolu. Yani şeker kamışından şeker elde ediliyor. Öbürü ise düdük oluyor.
Topraklar da öyledir. Kimi çorak kimi kurak, kimi taşlık, kayalık, kimisi kumlu topraktır. Her birinin ayrı ayrı faydaları vardır. İnsanlara bakalım, görünürde birdir ama gerçekte huyu, suyu, bedeni, ruhu, ayrı ayrıdır. Kimisi evliya, kimisi eşkiyadır. Kimisi adam gibi adamdır, kimisi adam suretinde cudamdır. İnsanlarınhiç birisinin parmak izi diğerine benzemez. Sesleri de öyle, benzemez. Dünyada ne kadar insan varsa, o kadar da çeşidi vardır. Çünkü hiçbir insan aynıyle, diğerinin eşiti değildir. Bunlar hikmettir. Kudreti ilahidir.
Binlerce hayvan sürüsü, sabahleyin teker teker sürüye katılırlar. Akşam hepsi evini bilir ve bulur. Yanılmaz. Hiçbir dana anasının dışında, hiçbir koyun yavrusunun dışındakine süt emzirmez ve emmez. Kurtlar, kuşlar, tavuklar, akşam pinliğini, tüneğini bilir. Bunlara kim yol gösteriyor acaba?
Evet, güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüzün sistematiği, binlerce senedir sapmadan yoluna devam eder. Dahası var, Abbasi halifelerinin en büyüklerinden olan Me’mun’a bir divan toplantısında, bakanlar kurulu ufak bir sinek musallat, tebelleş olmuş. Gelip halife Me’mun’un burnuna konuyormuş. O kadar insan ufak bir sineği yakalayamamışlar. Gururundan, kibirinden köpüren, önünü göremeyecek derecede aşırı mağrur olan halife, Şeyhülislam’a hitaben ve öfkeli bir ifade ile, “Hoca efendi söyle bana, Allah haşa, yaratacak hiçbir şey bulamadı da, bu pis sineği niçün yarattı” demiş. Şeyhülislam, asaletini bozmadan, her şeyi, ölümü bile göze alarak şu gerçeği haykırmış. Allah sineği sizin gibi kibirden burnunun ucunu göremeyenlerin kibirini kırmak için yarattı, deyince, halife me’mun nereden biliyorsun deyince de şu ayeti okudu. “İnneallaha lu yestahyi enyedribe meselen ma baudeten femü fevkahü” Yüce Allah insanlara kudretini isbat için sivrisineği misal veriyor ?Bırakın sineği, onun bir kanadını bile yaratamazsınız. Aczinizi bilin. “Hulukal insanüzaifa” Çünkü insan zavallıdır, zayıftır.
Nemrut olayı, Nemrut’un topal bir sivrisineğin elinde can vermesi olayı. Meharefe nefsehü fekad arefe rabbeke” nefsini bilen Allah’ı, rabbini bilir.
Bütün bunlardan sonra Allah’ın varlığını, birliğini onun sonsuz kudretini tasdik etmemiz ve onun verdiği nimetlere şükür etmemiz, acizliğimizi bilip ona kulluk, ibadet etmemiz gerekmez mi? Yeryüzünde herşey onun varlığını haykırırken en şerefli varlık olan insanın bundan gafil olması ne kadar acıdır. Allah cümlemize hidayet versin.