Ben hep hayatı güzelleştiren kadınlardan yanayım, statüsü ne olursa olsun, nerde hangi coğrafyada, hangi kültürde yaşarsa yaşasın, birçok kadın hayatı güzelleştirmek için çaba harcar, bulunduğu yere değer katar.

Kadın olmak, doğduğunda pembe renklerle karşılanmak değildir. Zaten renklerin cinsiyeti yoktur. Renkle başlayan ayrımcı tutum devam eder, toplumsal koşullanmalar eklenir; terbiyeli ol, çok gülme, sağa sola bakma, ev işlerini çok iyi öğrenmelisin, yemeklerin en mükemmelini yapmalısın, evinin parıltısı gözlerinin, kalbinin parıltısından daha güçlü olmalı…Kadın çok konuşmaz, içine atmalısın, süpürge yerine saçlarını uzat, ağabey, baba, koca, kişiliğini onlar belirler. Daha ileriki yaşlarda iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir gelin…

Tüm bu özelliklerin kriteri, sürekli başkalarının, toplumun istediği gibi olmaktır. Olmayacağım dediğinde başına gelebilecekleri göze alabilmektir kadın olmak.

Renklerin en güzellerinden olan pembe, kırmızı ve beyazın karışımından oluşur, kırmızı, heyecan, coşku, sevgi, aşk, beyaz ise naiflik, saflık, temizliktir. Pembe rengin kırmızısı ihmal edilir kadında, var olan özellikleri, heyecan, coşku, sevgi, aşk kadına ait değildir, sadece beyazlığı kalır elinde.

Bir yanı görülmez, eksik kalır veya içinde kalır.

Tabii günümüzde değil, tarih boyunca toplumların yani ilkel kominal toplumdan köleci topluma geçildiğinden günümüze kadar, ezilmiş, horlanmış, bedensel, ruhsal, psikolojik, travmalara uğraşmışlardır. Ayrıca kadın emeği sömürüsü iki kat daha katmerlenmiş, kadın emeği birçok alanda yok sayılmış, görmezlikten gelinmiş, yasalarla korunmamıştır.

Yaratıcı, üretken dişiliği ve kişiliği ile onurlanan, dişiliğini bir savunma, saldırı aracı, bir meta gibi kullanmayan, kadınlar…

Dişiliğini silah gibi kullanarak, kendini aciz zavallı göstererek, hayatı hem kendine hem de etrafına zindan eden, ego, para, kapris, kıskançlık, kin, nefret, öfke prangaları ile bunlara mahkûm olmuş kadınlar… Ömür boyu mutsuzluktan, acı bedenden beslenen kadınlar…

Bu tip kadınları toplum mu bu hale getirdi, yoksa hayata tutunma, hayatta kalma yöntemleri mi buydu, bilemiyorum.

Oysa ki kadına özgü dişil enerjinin varlığı, tam tersi kadının varlığıdır, inkârı değil…

Dişil enerji, sezgilerin ve duyguların bir yansımasıdır. Dişil enerjide affedici ve hoşgörülü olma vardır, bütünsel bir kavrayış vardır, aşk vardır, sevi vardır.

Kadının enerjisi yapıcıdır, uyumludur, yaratıcıdır, sanatçıdır, üretkendir, estetiktir, bilgedir…İnsandaki dişil enerji açığa çıktığında sevgi de açığa çıkar; sevgidir dişil enerji.

Tanıdığım tanımadığım bu gerçeklikleri kabullenememiş, bazen mücadele ederek, bazen kendini keşfederek, kendine inanarak, güvenerek, kırmadan dökmeden, tam tersi bulunduğu yeri güzelleştirerek, çiçeklendirerek, duvarlarını gökkuşağı renklerine boyayarak hayata değer katan ve katmaya devam eden tüm dostlarıma selam olsun.

Hayatı güzelleştiren, emeği ile değer katan her ne yapıyorsa sevgi ile aşk ile yapan tüm kadınlara selam olsun.

Hacı Bektaş Veli gibi “eşiniz mi” diye soranlara ‘’EŞİM DEĞİL EŞİTİM ’’diyebilen tüm erkeklere de…

ANKARA