“İyilik yapar gibi görünme; iyilik yap görünme…” derdi Rahmetli Babam…

Rahmetlinin bu sözüne ben de bir eklenti yapmıştım; “iyilik yaparken, iyilik yaptığın kişiyi incitip, ezme…”

Eklenti yaptığım bu söze uyan bir öykü ulaştı elime; bugün onu paylaşmak istiyorum.

Ülke gündeminde bunca sorun var iken, bu romantiklik de nereden çıktı diyenleriniz olabilir.

Şurdan çıktı.

Günümüzde her şey gibi; iyilik yapmanın da çivisi çıktı.

İyilik(ler), bağıra çağıra, başlara kakıla kakıla yapılır oldu.

Aşağıdaki öykücük; onur kırmadan nasıl iyilik yapılabileceğini anlatan bir öykü...

Hele bir okuyun bana hak vereceksiniz…

* * *

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştiriyordu.

Okullar kapanmak üzereydi ve spor ayakkabılara rağbet fazlaydı.

Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi.

Ayakkabıcı, gelen malların en güzelini vitrinin ön tarafına özenle yerleştirirken; bir çocuğun kendisini dikkatlice izlediğin fark etti.

Çocuk, koltuk değnekliydi ve güçlükle kullanıyordu değneklerini… Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonrası boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.

Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.

Bir müddet öyle durdu.

Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
- ‘Heeey küçük’; diye seslendi. ‘Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!’
Çocuk, ona dönerek:
- ‘Gerçekten çok güzeller’; diye tebessüm etti. ‘Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.’
- Bence önemli değil’; diye, atıldı adam. ‘Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı...’
Küçük çocuk, bir şey söylemeden dinliyor; ayakkabıcı konuşmasını sürdürüyordu.
- ‘Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi…’
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Ayakkabıcıya doğru yaklaştı;
- Anlayamadım; dedi. ‘Neden öyle olsun ki?’
- ‘Çok basit…’; dedi adam. ‘Eğer vicdan yoksa cennete giremeyiz. Ama ayaklar olmasa da olur. Zaten orda tüm fiziksel eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla ödüllendirilecekler...’
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- ‘Baktığın şu ayakkabı, sana yakışır…’; dedi. ‘Denemek ister misin?’
Çocuk, başını iki yana sallayıp:
- ‘Üzerinde 30 lira yazıyor…’ dedi. ‘Almam mümkün değil…’
- ‘İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım…’ dedi adam. ‘Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder…’

Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz; dedi. ‘Tek ayakkabıyı kim alır ki…’

- ‘Amma yaptın ha…’; diye güldü adam. ‘Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım’.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- ‘İkiye gidiyorum’, diye yanıtladı çocuk. ‘Üçe geçtim sayılır.’
- ‘Tamam işte…’; dedi adam. ‘5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti…’
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- ‘Benim satış işlemim bitti…’; dedi. ‘Sen de bana, bunu satarsan memnun olurum.’
- Şaka mı yapıyorsunuz; diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- ‘Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş!’; dedi adam. ‘Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.’
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- ‘Bana göre 20 lira yeterli…’ ; dedi. ‘İndirim mevsimini başlattınız ya!..’
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu adamın. Ayakkabıların tümünü bir günde satsa, böyle bir mutluluğa anca erişebilirdi. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam, 'Sakat olduğun için, üzülmeme hiç gerek yok!' demişti, haklıymış.
… …

Mutluluktan uçuyordu çocuk.

“Yaşamak ne güzel” diye bağırdı…