Yaklaşık elli yıl öncesinde Türk Sineması altın çağını yaşıyordu. İstanbul’da bir sokağı sinema filmleri sayesinde üne kavuştu: Yeşilçam…

Sinema salonları dolup taşıyordu. Baş oyuncuların yeni filmlerini sinema salonları sabırla bekliyordu. Halk matinesi, kadınlar matinesi, öğrenci matinesi, suareler derken izleyiciler aynı filmi birkaç kez izleme fırsatı bulabiliyordu. Yaz ayları geldiğinde yazlık sinema salonları izleyicilerin imdadına koşuyordu.

As solistler, starlar, süper starlar, şarkıcılar, türkücüler, dansözler, kral, çirkin kral, işçi dostu patron, dillere destan kimliğiyle Coşkun’un filmleri meraklıları tarafından birkaç kez izlenebiliyordu. Aynı konularda birden çok film, salonlarda yerini alıyordu. İzleyicilerden eleştiri yerine beğeni geliyordu.

Geçim sıkıntısı çeken Hulusi Kentmen filmlerde sevimli patron olarak karşımıza çıkıyordu. İşçi dostuydu. Onun kişiliğinde Dünya üzerinde bir patron yoktu. Bütün filmlerde değişmeyen bir kural vardı. İyiler vardı; iyilik yapardı. Kötülerin işi kötülük yapmaktı. Hepsi birer cadı olan kaynanalar, iyilik meleği gelinlerine kan kustururdu. O dönemde çevrilen filmlerin ortak noktası; insanlar iyiler ve kötüler olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kötüler, yanlışlıkla da olsa ara sıra doğru; iyiler de kesinlikle kötülük yapmıyordu.

Aslında izlediğimiz filmler, bir boy aynası gibiydi. Yaşadığımız ülkede iyiler vardı. İyilikbilmez nankörler de ellerine geçen her fırsatta kötülük yapıyordu. İnsanlar zarar görmemek için onlardan uzak durmaya çalışıyordu. Sokaklar, mahalleler ayrıldı. Köyler, şehirler parsel parsel bölündü. Aile büyükleri, mahallenin akıllıları okul öncesi eğitimde birer uzman kesilmişlerdi. Mahallede kimin çocuğundan uzak duracaksın, hangi sokaktan geçmeyeceksin, hangi mahalleye adımını atmayacaksın anlatılırdı.

*

Kötülerin mahalleleri de birbirinden ayrılmıştı. Her şehirde abdalların yaşadığı mahalleler vardı. Düğünlerde, derneklerde davulcuya zurnacıya işimiz düştüğünde kapılarını çalıyorduk. Eğlence bitinceye kadar -özür dilerim köprüden geçene kadar- onların yüzüne gülerdik. Abdalları, aptal olarak görenlerin sesi daha çok çıkıyordu!

Farklı mezheplerden farklı kimlikten olanlarda kötülerin arasında yer alıyordu. Onların kimliklerini sadece küfür ederken ağzımıza alıyorduk. Onlar kötüydü. Büyüğü, küçüğü yüzyıllar boyu bizim düşmanımızdı. Onların yapacağı iyiliklerde bile mutlaka bir art niyet vardı.

Çingenelerin yaşadığı mahalleler vardı. Kış mevsiminde ürettikleri kalburları, elekleri yaz aylarında köyleri dolaşıp onların kullandıkları ürünleri satardı. Un elemek için kullanılan elekleri satanlara elekçi denirdi. Elekçi deyimi bir mesleği yapan insan yerine geçimsiz kadınlar için kullanılıyordu. Onların yaşadığı mahalleler pisti. Evleri yıkılmak üzereydi. Belediye hizmetleri yetersizdi. Onların çocukları evlerine yakın ilkokullara gidemiyordu. Aileler, çocukların onlarla aynı sınıfta okumasını istemiyordu.

Aslına bakarsan, iyiler sadece iyi insan bildiklerine iyilik yapıyordu. Meslekler de insanların etnik kimliklerine göre ayrılıyordu. Başka mesleklerde iş bulamayan Çingeneler o insanların yapmadığı işleri yapmaya başladı. Hindistan’dan dünyanın her tarafına yayılan insanlar her yerde aynı kaderi paylaşıyordu. Kimse, kendilerine elekçi, çingene, çengi dediğimiz insanların kendilerine roman diye hitap ettiklerini duymak istemiyordu. Romanlar, yazarlar tarafından yazılır, kitapçılardan okumak için satın alınırdı.

Çoğunluktan farlı düşünen insanlar vardı. Onların sayısı çok azdı. Sesleri fazla çıkmıyordu. Yaptıkları işten para kazanamıyorlardı. Uzaya çıkan, atomu parçalayan bilim insanları, insanların davranışlarını değiştirmekte çaresiz kalıyordu. Onlar farklı düşünüyordu. Siyah renkle beyaz rengin karışımından gri renk elde ediliyordu. Siyahla beyazın farklı tonları olduğu gibi gri rengin de farklı tonları vardı. O halde insanlar, önyargılarla değerlendirilemezdi.

*

Murat Çiçek’in Proje Koordinatörlüğünü yaptığı “Turgutreis’ten İnsan Hikayeleri” Belgesel Fotoğraf Atölyesi Sergisi’nde dokuz fotoğrafçının eseri yer alıyor. Sergide yer alan fotoğrafçılar; Burak Çimen, Dilek Tabakçı, Gülsüm Güneş, Murat Çiçek, Nergiz Köleli, Sercan İngilok, Serpil Tatar, Sevinç Dinçer ve Sevtap Yıldırımın eserlerinin yer aldığı karma fotograf sergisi Mersin’li fotograf 2018 yılında fotograf severlerin beğenisine sunuldu.

Sergide fotograf çekimlerinde derlenen sekiz yaşam öyküsüyle birlikte Romanlar yer aldı. Yıllardır horlanan insanlar, ilk kez bir fotograf sergisinin onur konuğu oldular. Seride yer alan fotograflar geçtiğimiz yıl Ankara Fotograf Sanatçıları Derneği sergi salonunda sergilendi.

*

Mersinli fotograf sanatçılarının çektiği fotografların yanında onların anlattıkları kısa yaşam öykülerini okudum. Sergiyi Çorum’a getirmek isterdim. Fotograf sergisi açmanın birçok zorlukları var. O zorlukların üstüne bütün Dünyayı teslim alan korona virüsü eklendi. Sanatçıların fotograflarından örnekleri okuyucularla paylaşmak istedim. Onların emekleri boşa gitmezdi. Belki birileri çıkar, kalıpları kırar, kötü bildiğimiz insanların, iyi bildiklerimiz kadar değerli olduğunu anlardı.

Bütün Dünyayı sarsan virüs belasından kurtulduğumuzda; dileğim uzak durduğumuz Romanların aslında insan olduğunu görme fırsatı olacak. Hastalarını iyileştirmek için ölümü göze alan, kaybettiğimiz değerli sağlık çalışanlarının kemiklerini sızlatmak bizlere yakışmaz.

Mersin Turgutreis Mahallesi’ni konu alan “Turgutreis’ten İnsan Hikayeleri” fotograf sergisinden…