Empati ve sempati kelimeleri dilimize ve kültürümüze batıdan girmiş, nerde ise Türkçeleşmiş kelimeler haline gelmiştir. Dinimizde ve Türkçemizde ise bu kelimelerin yaklaşık olarak karşılığı, iyi niyete dayalı, hüsnüzan, güzel düşünce ile ikili ve çok taraflı toplumsal ilişkilerimizde, kendimizi daima karşıtımızın, muhatabımızın yerine koyarak hareket etme, yani kim olursa olsun başkalarını kendimize tercih etme, onun yerinde eğer ben olsaydım ne yapardım düşüncesi ile hareket etme yüceliğidir.
Anlaşmazlıkların çözümünde nefsine hakim olup, nefsinden fedakarlık yapıp belki haklı olduğun halde birçok haklarından feragat edip belayı savmak, daha çok zarardan kurtulmaktır. Hayatta karşılaştığımız ekonomik, ticari, sosyal, hatta siyasi olaylar karşısında hırs ve öfkeye kapılmadan sabırla, metanetle davranıp kötülüğü iyilikle defetmektir ki, bunun adına empati, herkesin hakkında iyi düşünceye sempati, böylelerine sempatizan diyoruz. Sempati, herşeye iyi gözle bakmaktır.
İnsanları hiç ayırmadan onlara iyi gözle bakmak, insanlık adına bu davranış en yüksek bir ahlaki değer ve erdemliliktir. Bunun aksi ise, cehalet, bencilliktir ki sonu beladır. Sözün özü, size kötülük edene iyilikle karşılık vermektir. Ne demiş atalarımız; “düşman seni taşınan, sen düşmanı aşınan.”
Bu durum hayatımızın bütününde uygulayacağımız genel bir kuraldır. Bu kurala uyanların asla başları belaya girmez. Aksi halde başı beladan kurtulmaz. Konuyu örneklerle açıklamamız gerekirse, mesela; ben insanlara bir arkadaş
olarak Allah’ın emirlerini anlatırken, daima karşımdakileri kendimden üstün görerek, bütün sözleri kendime söyler gibi anlatmam gerekirken, karşımdakileri potansiyel suçlu, kendimi yardım meleği gibi görerek anlatırsam yanlış yapmış olurum.
Hoca, daima kendisini cemaatin yerine koyarak konuşmalı ve anlatmalıdır. Peşin hükümle hareket İslam’da kesin haramdır.
O bakımdan devamlı sevdirici, saydırıcı, düşündürücü, inandırıcı, kolaylaştırıcı bir anlatım esastır. İşte buna sempati ve empati denir.
Bu örneği açıklayan, büyük Abbasi padişahı, halifesi Harun Reşit, saray vaizini dinliyor. Kalabalık bir topluluğa vaaz eden vaiz, Harun Reşit’i cemaatin içinde görünce, konuşmalarını Harun Reşit’i kastederek yapmaya başlıyor. Yüksek dozda ifadelerle sanki Harun Reşit Firavun, vaiz de Hz. Musa gibi anlatıyor. Durumu üzülerek izleyen Abbasi halifesi Harun Reşit, cemaatin içinde ayağa dikilip, “Ey hoca efendi, buradaki cemaatin hepsi Müslüman, sen müminlere konuşuyorsun. Haşa kafirlere konuşmuyorsun. Ne sen Hz. Musa AS.dan daha üstünsün ve ne de ben kafir Firavundan daha kötüyüm. Yüce Allah Taha suresinde Hz. Musa’ya ne buyuruyor; ‘Ya Musa, kardeşin Harun’la azgın Firavuna gidiniz. Ona benim emirlerimi, yumuşak yumuşak, tatlı tatlı söyleyiniz. (Sert ve haşin davranmayınız). Umulur ki Firavun düşünür ve Allah’ın yüceliği karşısında katı kalbi yumuşar’ buyuruyor” diyerek vaizi uyarıyor. İşte empati denen olay budur.
Bir örnek de, kainatın efendisi Hz. Muhammed SAV.in hayatından verelim.
Kırıcı, yıkıcı, incitici olaylar karşısında Hz. Muhammed SAV.in tutumu;
R.SAV.e bir kimse geldi. İhtiyacı olduğunu söyleyerek para istedi. Fakat parası olmadığından veremedi. Çünkü R.SAV. varsa verir, yoksa vaadederdi. Hiç kimseyi asla reddetmezdi. O sırada sonradan Yahudi olduğu anlaşılan bir kişi R.SAV’a “Ben sana ödünç, borç olarak verebilirim. 15 gün sonra bana ödersin” dedi. R.SAV. Yahudiden aldığı parayı ihtiyaç sahibine verdi. Aradan bir hafta geçmişti. R.SAV. yanında Hz. Ömer olduğu halde alacaklı olan Yahudi yanlarına geldi ve “Ya Muhammed SAV. bana olan borcunu öde” dedi. R.SAV.e konuşma fırsatı vermeden entarisini çekmeye başladı. R.SAV.in entarisi boğazını sıkıyordu, boğulacak gibi oldu. Duruma canı sıkılan Hz. Ömer R.A. sinirlendi ve Yahudi’yi şiddetli bir yumrukla yere serdi. Adamın gözleri göğe dikildi. R.SAV. hemen adamı tuttu, kaldırdı, özür diedi ve Hz. Ömer’e şu tarihi sözleri söyledi: “Ya Ömer, din ve adalet gayreti ile beni adamın tasallutundan kurtardın ama yöntemin yanlıştı. Boğazıma sarılan kişiyi nezaketle uyaracaktın. Üzerimden onu ayıracaktın. Sonra bana ey Allah’ın resulü, neden bu kişiye borcunu ödemedin diyecektin. Ben de, borcumun ödeme günü gelmedi, daha 7 gün var diyecektim. Sonra bu kişiye neden günü gelmemiş borcu istiyorsun, ihtiyacın varsa, borç böyle mi istenir? Alacak istemenin usulü bu mu? diyecektin. Böylece meseleye vakıf olup Yahudi’ye tavrının yanlış olduğunu söyleyecektin” buyurdu.
Hz. Ömer “Beni bağışla ya resulallah, sizi boğacaktı. Dayanamadım” diyerek Yahudi’den özür diledi. Bu durumu seyreden Yahudi, bu asalet, bu nezaket ve bu zarafet karşısında ‘bunu ancak hak olan peygamber yapabilir’ diyerek mazbut bir Müslüman oldu. İslam’ın güzelliğine hayran olduğunu bildirdi.
İslam bütün problemleri bu anlayış içinde çözer. Bizler de Müslümanlar olarak sosyal konumumuz ne olursa olsun bizleri mutluluğa ulaştırmak için konan bu ilahi kuralları düstur, örnek, önder, rehber edinerek yaşamalıyız ki, huzur bulalım.