5-İslam dininin ahlaki sistemi de çok mükemmeldir. İnsanı hayrete ve hayranlığa düşüren yüzlerce kuralı vardır. Örneğin; toplumsal ve bireysel bölüşüm ve paylaşım örneği, “Komşusu aç iken tok duran bizden değildir”. “Elinfak mineliktar” Fukara da olsan elindeki ile infak et. Başkası ile paylaş. “Herkes evinin önünü” temizlerse şehir temiz olur. Yani her konuda çok çarpıcı örnekler mevcuttur. Bunların burada sayılması mümkün değildir.
6-Hele adalet, sosyal adalet, sosyal bölüşümle ilgili sayısız kurallar ve örnekler vardır. Yani İslam dini bireysellikten ziyade toplumsal bir kurallar manzumesidir. Özellikle R.SAV. ve onun kutlu sahabilerinin örnek davranışları dillere destandır. R.SAV.in üç gün aç kaldığı halde kendisine yemesi için getirilen pişmiş bir oğlak kellesini arkadaşlarına ikram etmesi, neticede 17 kapı dolaşan oğlak kellesinin dönüp dolaşıp tekrar R.SAV.e geri gelmesi, müthiş bir fedakarlık, nefsine diğerlerini tercih örneğidir. Bunu yapabilen Hz. Peygamberden başka birisi olduğunu sanmıyorum. Çünkü bunu ancak bir peygamber yapar.
7-İmtiyaz, üstünlük toplumun makamı, mevkii, ekonomik ve sosyal konumu ne olursa olsun üstünlük sebebi ancak takva ile Allah’a kul emirlere ve nehiylere uygun yaşayıştır. Kral da, köle de, işçi de, patron da, alim de, cahil de, hak ve adalet ve hukuk önünde eşittir. Hiçbir farklılık, üstünlük sebebi değildir. Hayrünnas men yenfeun nas. Sizin en üstününüz insanlara faydalı olanınızdır. Bir memlekette yaşayan bütün halklar, ırklar, insan olmaları yönünden o memlekette yönetim İslam ilkelerine göre olsa, ecnebi, yabancılar da aynı haklara sahiptirler. Tebea vatandaşlık bağı ile bağlanan herkes aynı hak ve hürriyetlerinden yararlanma hakkına sahiptir. Bu İslami idarenin temel kurallarındandır. İnsan hakları beyannamesinin insanlara sunduğu tüm insani hak ve hürriyetleri bundan 1500 sene önceden İslam tarafından verilmiştir. Demokratik yaşamın bütün özellikleri hemen hemen İslam’da mevcuttur. Hatta İslam’ın verdiği hak ve hürriyetlerin bir kısmı, bu modern devirde hala verilmemiştir. Örneğin kadının bütün ihtiyaçları, eşi tarafından eksiksiz karşılanmak zorundadır. Kadının özel malı varsa onun yönetimi ve sarfı kadına aittir. Hatta, kadın öz çocuğunu elbette emzirir, ama erkek gerektiğinde çocuğuna süt anne tutmak zorundadır. Maalesef İslam’da da bazı anlayış ve yorum farkları olmuştur. Örneğin “teaddüdü zevat” çok eşlilik İslam’da bir istisnadır. Harp, darp, işgal, afat, zelzele vs tabii afetler sonunda toplumda kadın-erkek dengesi bozulursa, dul kadınların sahipsiz kalmalarını önlemek için insanlığa sunulan bir ruhsattır. Kur’an’ın açık hükmü “feintağdilu fevahidetün” zaruret halinde bile olsa birden fazla eşle evlenmek isteyen erkeğin, eşler arsında mutlak eşitlik sağlaması şarttır. Yoksa eşi üzerine ikinci eşi almak caiz değildir, diyen alimlerin sayısı bir hayli çoktur. Eşler arasında adalet hemen hemen mümkün değildir. Öyle ise tek eşlilik esas, iki eşlilik zarurettir. Ne yazık ki, yıllarca bu gerçek erkekler ve Müslüman görünen devletlerce istismar edilmiştir. Bugün modern dünyada bile nikahsız olarak çok eşlilik bilhasa Avrupa’da yaygındır. İslam’da bunun adı zinadır ve en büyük günahlardandır. Birden fazla en çok 4 eşliliğin amaçlarından birisi de zinanın önlenmesine yöneliktir ki, bu da erkekle kadının anlaşmasında rıza esastır. İslam neslin devamı zinanın önlenmesi için nikahı şart koşmuştur. Evlilikte nikah dışı yaşam hiçbir zaman geçerli değildir. Fert ve toplum için, neslin bozulması bakımından bir felakettir.
8-İslam emri altında bulunanlardan mesul tutmaktadır. Hükümdar halkının saadetinden sorumludur. Çoban koyun sürüsünden, baba-ana evlatlarından, amir memurundan, çalıştıran çalışanından sorumludur. Hak ve adalet açısından bu husus hiçbirinde yoktur, varsa da yüzeyseldir.
9-Hiç kimse ne maddi ve ne de manevi olarak gücünün üstünde bir işle mükellef tutulamaz. Şer’i, İslami, dini hükümler karşısında ne üstünlük ne imtiyaz ve ne de vüsatinin -gücünün üstünde hiç kimseye yük yüklenemez, teklif yapılamaz. Her can halka ve hakka gücü oranında iş görmekle yükümlüdür. Kralla köle, hakimin huzurunda adalet terazisinde eşit tartılır. Hiçbir hakim haksızlığın imasını bile yapamaz. Hz. Ali R.A. ile bir Yahudi Hz. Ali’nin R.A. hilafetinde bir konuda hakim huzuruna çıktılar. Yahudi davacı, Hz. Ali davalı. Hakim Hz. Ali’ye Ya Ebel Hasan diye seslendi. Yahudiye ise adı ile seslendi. İnsanlara sıfatları ile seslenmek bir üstünlüktür. Hz. Ali R.A. hakimi hitabetinde uyardı. Bana Ali, Yahudiye de Salaman, yani adlarımız ile seslenmen gerekir dedi. Demek ki yüce İslam dininde imtiyaz yok. Tekellüfte maddi ve manevi sorumluluklarda güç takat oranı esastır. Hiç kimseden gücünün üstünde yük taşıması istenemez. Bunlar Kur’an ayetleri ile sabittir. (Nahıl 90, Bakara 256, Bakara 286. ayetler)
10-Nimetlerin, imkanların paylaşımında müslim, gayri müslim, ırk, mezhep, sosyal üstünlük gibi ayrımcılık yoktur. Hukuk, ekonomi, sosyal kurallar herkese eşit uygulanır. Tebaa; bir devletin azınlıkları hepsi esastır, eşittirler.
11-Dini ve din dışı konularda hükümlerin tearuzu (zıt hükümler) halinde İslam’ın en yüce değeri verdiği akıl hakem olur. Bazı ayetler vardır ki bugünün şartlarına göre akıl ve mantıkla binde bir bile olsa tearuz edebilir. Çünkü Kur’an’ın hükmü sadece belli zamana göre değil, kıyamete kadar hükmü bakidir. Gün geçtikçe fen ve teknolojinin gelişimi ile asırlar öncesinde hükmü ve manası çok yüksek manalar içerdiğinden tam olarak ifade edilememiş, daha doğrusu kastedilen mana ve mefhum anlam iyi açıklanamamış ilahi ve şeri iradenin kastı tam olarak beyan edilememiş olabiliyor. Ama zaman geliyor, ayetin ifade ettiği hükme dair olaylar zuhur ediyor. Buluşlar, icatlar yapılıyor. Daha önceden yorum yapılan hususlar gün gibi aydınlanıyor. Örneğin; Rahman suresinin 19-20-21. ayetlerinde iki deniz suyu ki birisi tuzlu, diğeri daha saf. Ağır olan deniz suyunun hafif olan denize akması gerekirken, iki deniz Akdeniz ve Atlas Okyanusunun birbirlerine kavuştukları yerde orada sanki bir devasa set varmış gibi geçmiyor. Biz azimuşşan kudretimizle iki deniz arasına set çektik, suları birbirine karışmaz, buyuruluyor. 1400 sene bu konu tam ifade edilememiş. Kimisi kandan, kimisi kadın erkek menisi suyundan, diğerleri daha başka şeylerden söz etmişlerse de Kaptan Gustav, Fransız bilim adamı Akdeniz’in Cebeli Tarık kanalı yolu ile Atlas Okyanusuna bitiştiğini ve deniz sularının birbirine karışmadığını görmüş ve tesbit etmiştir. Yine Yunus Suresinde Firavunun cesedini suların altında secde halinde binlerce yıl koruduk. Onu alemlere ibret olsun diye, akıl sahiplerinin izanına anlayışına sunduk, buyuruluyor. Bugün İngilizlerin Biritiş Müzesinde sergilenen ve denizin dibinde bulunan firavunun cesedi yüz yıl önce bulunmuştur. Daha önceden müfessirler bu ayetlere değişik yorumlar getirmişlerdi. Ve yine değişik bir husus, yüce Allah infidar suresi 1-2-3-4-5. ayetlerinde kıyamet günü göğün yarılmasından, yıldızların dökülmesinden, ölülerin kabirlerinden fırlayarak çıkarılmasından ve denizlerin yanmasından söz ediyor. Mesela, su nasıl yanar. Hele de denizin yanması nasıl olur. Bugün bu durumlar fizik kanunları ile açıklanmıştır. Su H2O iki hidrojen bir oksijen elementinden oluşuyor. Suyun ayrışması ile ateş meydana geliyor. Deniz sularını su olarak yaratan ulu Allah, onlar ayrıştırıp ateş haline getirmesi Allah için bir hiç kadar önemi yoktur. Demek ki, kıyametin geldiğinde denizlerin bir benzin olup yanması olayı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Ama bundan bin sene önce bu ayetlere bu manalar verilemiyor. Allah’ın cc. kudreti ile olacak deniliyordu. Bu gün ise sebepleri ve nasıl olacağı deneysel olarak ortaya konmuştur. Bu ayetlere de bu durumu ifade eden manalar verilmektedir.