Saç ve sakalın tarihsel gelişimine ve uygulanışına baktığımızda da, ta ilkel insanlardan günümüze kadar insanların çoğunun sakallı olduklarını görürüz. 20. ve 21. asırda temizlik ve görünüm açısından traş olmak bir medeniyet alameti olarak kabul edilmiş, disiplinli bir giyiniş medeniyet ölçüsü sayılmıştır. Gerek sakallı ve gerekse sakalsız olmak hususunda genel kural İNSAN KENDİSİNE YAKIŞANI YAPMALIDIR, sözüdür. Bir müslüman temizliğine, bakımına ve ölçüsüne uygun olarak sırf R.SAV.in sünnetidir diyerek sakl bırakıyorsa elbette ki sünnete uyduğundan ecir alır. Yok, böyle bir niyeti yok da günümüzdeki gibi aksesuar, süs görünüm amaçlı bunu yapıyorsa “ameller niyetlere göredir” kesin emrine göre bu işten bir ecir, sevap alınmaz. Eskiden saçı sakalı düzgün sanki bir din adamı gibi vakur insanlara sakal bir asalet verirdi. Saçlı sakallı yaşlılara daha çok saygı duyulurdu. Şimdi gerçeği ayırmak zorlaştı. Eskiden sakallı yaşlı bir mümin Cuma günü Cuma vaktinde camiye gitmeseydi veya tavır ve davranışlarını saçına sakalına, asaletine uygun yapmıyorsa, bir de sakallı, yazık saçından sakalından utan derlerdi. Yani sakalın halk nazarında bir asaleti vardı.
Şimdi, birkaç senedir sen de sen, ben de ben, eskiden sakal denilince bir avuç, bir tutam ölçüsü alınırdı. Şimdi haftalık tıraşlılık, sakallı sayılıyor. Her ne ise de hepsinin özü, samimi niyettir. Değerlendirilmesi herkesin niyetine göredir. Görenekten görenek amacı ile bırakılan sakal aksesuar olur ama İslami anlam taşımaz.
Sakal M.Ö. ve milattan sonraki devirlerde devlet yöneticilerinin sakallı olmaları onların asaleti sayılırdı. Sakal kahramanların gücüne güç katan bedensel bir olgu sayılırdı. Son asırlarda tıraş olmak sakal tercih edilir oldu. Eski krallar, komutanlar, paşalar, hanlar, hakanlar ve özellikle padişahlar genelde hep sakallıdırlar.
Şimdikiler öyle görünmüyor. Her konuda fıkralar, latifler, espriler olduğu gibi sakalla da ilgili espriler yapılmıştır. Örneğin; Sakalda ölçüyü öneren birisi sakalı göbeğine kadar uzanan bir yaşlı dedeye, ded, merak ettim, uyurken sakalını yorganın içinde mi dışında mı bırakıyorsun, demiş. İhtiyar, oğlum farkında değil herhalde ikisi de oluyor., demiş. O gece gencin sorusu onu rahatsız etmiş. Sakalını yorganın içine almış, uyuyamamış. Dışına çıkarmış, edememiş. Sakal bana gaile oldu, sakalım ne kısa olsun ne de uzun, ölçülü olsun, beni meşgul etmesin deyip kısaltmış.
Yine birisi; sakalı çok uzun olan birisine, amca, sakalı uzun olanın aklı kısa olur derler. Hem uzun sakal tez alev alır derler, doğru mudur, der. Yaşlı adam; oğlum bunlar boş söz. Akşam sönmüş ocağı üfleyerek yakmak isterken  sakalı alev alır. Ertesi gün kendisine sakalla ilgili soruyu soranı görünce, oğlum sen doğru söylemişsin, “tecrübe ile sabittir” der.
Mevlana hazretleri, Konya’nın gülü, kainatın bülbülüdür. Bir gün Mevlana dergahının –o zaman- yakınında bulunan kilisenin papazı ile karşılaşır. Espri olsun, ama içinde bir gerçek taşıyan bir sözü papaza söyler: Selamdan sonra, rahip efendi söyler misiniz siz mi yaşlısınız yoksa sakalınız mı, der. Rahip bir an şaşırır. Hazret, elbetteki ben yaşlıyım. Çünkü sakalım benden 17 yıl sonra doğdu, deyince, Hz. Mevlana noktayı koyar. “O halde sakalın bembeyaz olmuş. Sizden önce olgunlaşmış” deyince, papaz kastedilen manayı anlamış. Yıllardır komşusu olup Mevlana’nın yüceliğini gördüğü halde neden ona yönelmiyor dediğini alamış ve o anda müslüman olmuş.
Mevlana hazretlerinin papazlarla (hıristiyan din adamı) böyle olayları vardır. Hz. Ömer R.A. da, bir adam kiralamış, her gün bir kere kendisine “ölüm var ya Ömer, unutma” diye tembih etmesini istemiş. Bir müddet sonra sakalı ağarınca adama izin vermiş. “Artık sakalım bana ölümü hatırlatıyor” demiştir.
(SÜRECEK)