İslam dininin en kutlu mezheplerinden ve en çok mensubu olan hanefi mezhebinin kurucusudur. (Not: Hak mezheplerin kurucularının hiç birisi ben böyle bir mezhep kuruyorum, bana tabii olunuz, dememişlerdir. İnsanların o mezhebin umdelerini esaslarını benimseyenlerin katılımı ile mezhepler ortaya çıkmıştır. Hak mezheplerin hiçbirisinin görüşleri, Kur’an’a ve sünnete asla ve asla aykırı olmayıp, Kur’an’a ve sünnete R.SAV.in hak söz ve davranışlarını esas almalarıdır. Yoksa batıl mezhep olurlar.

İmam-ı Azam hazretlerinin hakkında bazı hadisi şerifler de varid olmuş, böyle yüksek bir alimin geleceği dinin esaslarını ayakta tutacak açıklamaları ile dini sistemleştirecekleri de R.SAV. tarafından bildirilmiştir. Fazla bilgi almak isteyenler, İmam-ı Azam’ın hayatını okumalarını önemle öneririm.

İmam-ı Azam’ın en önemli üç özelliği vardır. Birincisi; Kur’an ve sahih hadisi şerifler ki, R.SAV.den olduğu kesin ve kesin olan hadisi şeriflerin tam hüküm ifade etmeleridir. Zayıf hadislerle amel etme yerine aklı öne almıştır. İkincisi; İmam-ı Azam’ın öğretisinde Kur’an ve sahih mutevatir peygamber öszleri ve davranışlarının dışında en büyük delil, akıldır. Hiçbir hüküm akla aykırı olamaz. Üçüncüsü; Kur’an’ın sahih hadislerin ve aklın öngördüğü esasları A’dan Z’ye bilfiil bir ömür boyu yaşamında göstermesi ve bütün maddi ve manevi müsbet ve dini ilimlerin en yücesine sahip olmak için her müminin çaba sarfatmesinin farz olmasını, -farzı kifaye- bir grubun yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu, kesin emirlerdir.

İmam-ı Azam’ın bütün ilmi bu üç esas üzerine bina edilmiştir.

İslam’da ilk demokrasi şehidi Kerbela’da şehit edilen Hz? Hüseyin ve yanındaki 72 veya 102 şehittir. Hz. Hüseyin’den sonra demokrasi mücadelesi veren ve bu uğurda şehit olan yüzlerce insan vardır. Bunlardan en önemlilerinden ve en etkin olan şehit İmam-ı Azam hazretleridir. Halife Mansur Abbasi, babasından abbasi devletinin yönetimini devralınca o gün Bağdat başta olmak üzere Irak, Suriye ve diğer İslam memleketleri halkı İmam-ı Azam hazretlerinin ilmi ve irfanı etrafında toplandılar. Ona tabi oldular. Fakat bu günki gibi partisel bir tebaiyet değil, hak ve adalet ve ilim üzerine kurulan bir sivil topluluk idi.

Bunu gören halife Mansur, İmam-ı Azam’a yüksek bir makam olan Kadı-ul Kudat (Yüksek Fetva Makamı) Bu makamdan çıkan her hüküm kanundur. Mansur, İmam-ı Azam’ı bu makama getirip arzu ve isteklerini İmam-ı Azam fetvası ile kanun haline getirmek istiyordu. Onun için İmam-ı Azam’a padişahtan sonra vezirler seviyesinin de üstünde olan mesihat makamını teklif etti. Bu makam İmam-ı Azam’a daha önce de Mansur’un babası tarafından da teklif edilmişti. Kabul edilmemişti. Bu kez Mansur ya bu makamı kabul edersin veya hapishanede kırbaçlanarak can verirsin, demişti.

Hz. İmam-ı Azam Ehlibeyt’in demokrasi mücadelesini hak ve adalet görüyor. 12 İmamdan olan Cafer-i Sadık hazretlerinden okumuştu. Hatta Cafer-i Sadık, İmam-ı Azam’ın dul anasını almış, Hz. İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin üvey evladı, bir bakıma da Ehibeyt sayılıyordu. Kendisine teklif edilen bu yüce makamı şu nedenle reddediyordu. Görüşü, İslamın yönetim ile ilgili esası: Halkın istişaresi ve en ehil olanın yönetimidir. Yani, İslam’ın kökeni yönetimde halkın iradesidir. Yönetime en layık olanlar da Ehlibeyt’in hak ve adalet üzerine olanlardır, ki, Allah onları Kur’an’da ve yütahhirüküm tathira (sureyi azhap) yani “Allah sizi dünya pisliklerinden temizlemiştir” buyurduğu kişilerdir.

iradesi, yeryüzünde hakkın iradesinin aksetmesidir. Halk ne derse o olur. Gerek seçen ve gerekse seçilenler olsun, her kim halkın iradesinin gerçek yolu bulmasına bir takım süfli dünya çıkarları uğruna ihanet ederlerse, pek büyük ihanet etmiş olurlar ki, bunun cezası bütün halkın vebalini yüklenmektir ve bunun günahı çok ağır ve cezası da çok şiddetlidir.

(SÜRECEK)