Yine helal mal, helal kazançla elde edilen her şeyin kefili Allah’tır. Helal kazanç ulu Allah’ın korumasındadır. Konu ile ilgili ibretli ve hikmetli bir olay:

SEMERCİ İLE KERVANCIBAŞI

“Sana gelmek ne gerektir Semerkandi Buharayi, sana taksim olan erzak bulur arayı arayı.”

Bu sözün söylenmesine sebep olan ilginç olay, Türk tarihinde yaşanmış ancak kaynağı belli değildir. Nasip ve kısmetin, helal kazanılan alınterinin eseri olan malın, paranın zayi olmayacağı, er-geç sahibine bir şekilde geri döneceğini belgeleyen bir hadisedir semerci ile kervancı olayı.

Zamanın behrinde (geçmiş uzun zamanda) ufak bir kasabada semercilik yapan bir semer ustası varmış. At, eşek, katır, deve gibi binek hayvanlarına semer yaparmış. Genellikle de ustaların yetişmiş kalfaları ve kalfaların da denetiminde yetişen çırakları olurdu. Bunlar esnafın, sanatkarın, zanaat erbabının yardımları ve geleceğin konuları ilgili ustaları olurlardı.

Olayın kahramanı semerci ustamız Türkistan’da bir semtte icrai sanat ederken, kazandığı paralarının ihtiyaç fazlasını kimseye söylemeden ve göstermeden dükkanın üst köşesinde asılı eski bir eşek semerinin içinde saklıyordu. O zaman banka yok. Duayen, itimat ve emniyet sahipleri kendilerine teslim edilen emanet paraları korurlardı. Kimileri de paralarını gizlerlerdi.

Durum bu hal üzere devam ederken bir usta, bir çırak veya kalfa çalışırlarken, bir gün usta hastalanıyor. Kalfasına gerekli tembihatları yapıp evinde istirahate çekiliyor. Usta evinde hasta yatarken bu arada dükkana bir kervan geliyor. (Eskiden mal, emtia, kargo hizmetleri, ticaret kervanları ile yapılırdı. Bir kervanda onlarca hatta yüzlerce adet deve, at, katır bulunurdu. Deve kervanının önünde rehberliğini eşekler yapar, yani 100 develik bir kervanı bir eşek yönlendirirdi. Çünkü develer boyunları uzun olduğundan hemen önlerini göremez, bir yular ile bir eşeğin semerine bağlanır, kervan konvoyunu eşek çekerdi.)

İşte böyle büyük bir kervan bir gün dükkana uğruyor. Kervancı dükkana giriyor. Kervanını çeken eşeğine bir semer istiyor. Yeniden bir semer yapmak için bekleyecek zamanının olmadığını söylüyor. Ustası evde hasta yatan kalfası dükkandaki yapılmış hazır semerleri deniyorlar. Hiçbirisi eşeğin sırtına uygun olmuyor. Bu arada kervancıbaşının gözü duvarda asılı olan, kimsenin bilmediği ve içinde altın saklanan eski semere takılıyor. Kalfaya, şu duvarda asılı olan eşek semeri eski ama şimdilik bizim işimizi görür, onu indir de eşeğin sırtına uygun mu sınayalım, diyor.

Kalfa, o semeri eski ve ustanın özel modeli diyerek vermek istemiyorsa da, tatlı bir fiyat veren kervancının ısrarı üzerine semeri duvardan indiriyor ve kervan eşeğinin sırtına koyuyor. Ölçülmüş, biçilmiş gibi tıpatıp uygun geliyor. Ama biraz yıpranmış. Kervancı kalfaya iyi bir fiyat vererek oradan ayrılıyor.

İçinde bir hazine bulunan fakat bunu bilmeyen kalfa eski semeri emeksiz yüksek bir bedele sattığı için seviniyor. Aradan bir-iki gün geçiyor. Usta hastalığından iyi olup dükkana geliyor. Kalfa, ustanın yokluğunda yapılan işlerle ilgili tekmil, bilgi veriyor ustaya. Usta hemen altınlarını sakladığı ve duvara çivilediği semerin yerinde olmadığını görünce çılgına dönüyor. Kalfa da o eski semeri iyi bir fiyata sattığı için ustaya övünüyor. Fakat iş işten geçti, kervan oradan göçtü. Hangi yöne gitti bilinmiyor.

Semerci ustası hazırlığını yapıp dükkanını kalfasına teslim edip kervanın peşine düşüyor. O kasaba senin bu şehir benim dolaşıyor. Sorup soruşturuyor. Ama nafile. Kervana ulaşamıyor. Altı ay kervanı arıyor ama ona ulaşamıyor. Yemiyor, içmiyor, eriyor. Yılların emeği yele gitti diye üzüntüsünden bir deri bir kemik geri kasabasına dükkanına naçar bir halde geri dönüyor. İşine devam ediyor.

Altınlardan ümidini kesiyor. Aradan bir sene geçiyor, yine günlerden bir gün aynı kervan o kasabadan geçerken yeni bir semer yaptırmak üzere semerci dükkanına uğruyor. Kalfa kervancıyı tanıyor. Fakat ustası onu görmediği için tanımıyor. Yeni bir eşek semeri yaptırmak üzere anlaşıyorlar. Yüreği yanık usta eşeğin üzerinde olan ve içinde altınlarını akladığı semeri tanıyıp hemen eşeğin sırtından semeri alıyor. Bıçağı semere vurup altınlar semerde duruyor mu diye bakıyor ki, altınlar tastamam. Ağlıyor, sevinç gözyaşı döküyor. Bu durumu gören bilge, bilgili, tecrübeli, güngörmüş, duayen, belki de ermiş kişi olan kervancı, semerciyi teselli ediyor. Helalinden alınteri ile kazanılan paranın kefili, vekili, sigortası Hz. Allah’tır. Helal mal zayi olmaz. Sütüne su katılmayan ineği sel almaz. Ne olursa haramzadeye olur. Şu özlü sözü semerciye hitaben söylüyor. “Sana gezmek ne gerektir semerkandi buharayı. Sana taksim olan erzak bulur arayı arayı.”

Evet, eğer kazanç helalinden, ihlas ve samimiyetle alın teri ile kazanılmışsa o mal asla zayi olmaz. Ortadan yok olsa bile bilinmeyen başka bir yerden onun iki misli geri gelir. Fakat insanlar bunun farkında olmaz. Allah cc. hz. birini alırsa onun yerine binini iade eder.

Bu olayın mesajı; İhlasla, samimiyetle, doğrulukla, dürüstlükle, alın teri ile kazanılan kazançların Allah’ın korumasında olduğunun bilincinde olmamız, yaşantımızda daima doğruluk, dürüstlükle, helal kazcnı talep etmemiz gereklidir. Aksi halde hem dünyada kanun önünde, hem de ebedi hayat olan öbür dünyada huzuru Allah’ta sorumluluktan kurtulmalıyız.

Yazı dizimize devam edecek, şimdi başka bir ihlas ve samimiyet örneği sunacağız. İnşallah faydalı olur.

(SÜRECEK)