Paşa ve kızı, gence soruyorlar. O gece neden parmağını yanan mum ateşine defaatle tuttun, parmağından akan yağın mumu söndürürcesine kadar durmanın sebebi nedir, dediler. Genç, olayın iç yüzünü şöyle anlattı; Paşam, mümtaz kerimeniz –kızınız- gece bana sığındı. Halini arzetti. Çok sıkıntılı idi. Onu aziz bir misafir ve Allah’ın emaneti olarak kabul ettim. Bu arada şeytan zihnime girdi. Konumunuzun yüceliğini öne sürerek kızınızı elde etmem için bana devamlı vesvese verdi. Beni azdırmaya çalıştı. Hocamın bize verdiği öğütler Allah’ın ayetlerini hatırladım. Rabbimin emri ne ise olur, nasip ne ise o olur, dedim ise de şeytan beni kandırma küzereydi ki, hocam bir anda gözüm önünde tecelli etti. “Allah’a sığın, sana bir çıkış yolu verir.” (Talak 4. ayet) okudu. Elinin parmağını mumun ateşine tut ve çekme, dedi. Parmağım yandı. Vaah diyerek çektim. Hocam, ruhuma dünyada en zayıf ateş mum ateşidir. Cehennem ateşi dünya ateşinden 70 kere daha fazladır. O şeytanın aklına gidersen, ahirette bu ateş seni bekliyor. Dünyadaki cezan ise idamdır. Allah’a teslim ol. Nasip seni bulur. Sen gerekeni yap, deyip gözümden kayboldu. Ben de hocamın sözüne uydum. Parmaklarımın kemiği görünüceye kadar yaktım. Ama şeytana uymadım. Bunu Allah korkusu, ihlas ve samimiyetimi rabbime arzetmek için yaptım, dedi.

Bu asil duruşa paşa ve nazende kızı hayran kalmışlardı. Vezir kızını yanına çağırdı. İster misin seni bu asil, temiz, bilgin molla ile evlendireyim, dedi. Kız, sizin emriniz başım üstünedir, dedi. Oğlana durumu arzettiler. Dünden razı, fakat arada bir engel var. Birisi vezir, paşa kızı, öbürü alim, zahit ama anadoludan gelmiş garip birisi. Yani arada küfüv-denklik eşitlik, bedensel, ruhsal, sosyal konum, bilgi vs eşitlik şartı vardır. Bu şart, farz değildir. Ama eşlerin gelecekleri ile ilgili evlilik yaşantılarında önemli bir kriterdir.

Şeyhülislam paşaya aradaki denkliği sağlayın yoksa evlenmeleri sorun olur, deyince, kız babasına; “Babacığım, siz eşim olacak bu seçkin bilim adamı adayı olan gence, iyi bir mevkisi olan vazife verin. Mesela Fatih medresesine hoca olsun. O zaman aramızdaki denklik olur” dedi. Babası düşündü. Kız, “Babacığım bu sizin iki dudağınızın arasındadır. Vezir dersin vezir olur, kizir –hizmetli- dersin kizir olur, lütfen” deyince, aradaki problem çözülüyor. Bu iki genç evleniyorlar. Medrese mollası (Alim-bilgin genç) saraya damat oluyor. Hatta hanefi fıkhının aslı, esası ve bütün yöntemlerini madde madde anlatan ve yıllarca Osmanlı medreselerinde hanefi fıkhı dersi olarak okutulan ve müftülerin fetva kitabı olan DAMAD adında büyük bir de eser yazıyor. Bugünün ifadesi ile tam ehli ve yetkili hakkıyla hak etmiş bir ilim adamı oluyor.

Bu olayda; birçok hikmetli yön var. En önemlisi medrese öğrencisinin ihlas ve samimiyeti, çalışkanlığı, Allah korkulu olması ve inancı ile yaşaması, samimi olması ki, yüce Allah’ın ayetleri ile bildirdiği bu özellikleri nedeni ile bu gencin ödüllendirilmesi.

Üçüncüsü ise; ilim ve bilgi için çalışanın başarısı kapalı kapılar, kilitli kalpler, gizli gönülleri açıp kişiyi menziline ulaştırmasıdır. Bir toplumda fert (kişi) aile ve toplum bütün bireyleri böyle olsalar, o toplum huzur ve güven toplumu olur. Bunu sağlayan kişilerin ihlas ve samimiyet üzere olan yaşantılarıdır.

*

İHLAS VE SAMİMİYETİN EN BELİRGİN GÖSTERGESİ, CAN PAHASINA DA OLSA DAİMA HAK VE ADALETİN SAFINDA YER ALMAKTIR.

(İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri)

İmam-ı Azam hazretleri (M.702-772) (H.80-150) yılları arasında Abbasiler devrinde yaşamış, (kendisi Tabiinden sahabileri görenlere tabi denir) İslam’ın yetiştirdiği en yüksek bilginlerden ve en yücelerindendir.

(SÜRECEK)