Bu öğrencinin hocası, branşlaşmış olan talebelerine ders vermek için derse gelince, besmeleyi çektikten sonra şu ayetleri okur; Öğrencilerini ihlas ve samimiyete yönlendiren ve Allah korkusunu onların genlerine işlercesine anlatır sonra günün dersinin konusuna geçermiş ki, o ayetler de şunlar:

“Kim ki, Allah’a ve ahiret gününe yürekten iman eder, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek yaşarsa; Allah o mümine en dar ve zor zamanında onun yardımına yetişir. Ona bir çıkış yolu gösterir ve onu ummadığı yerlerden de rızıklandırır.” (Talak Suresi ayet 23.5) (Enfal suresi 29. ayetler)

“Hikmetin başı, Allah korkusudur. Yaşamında Allah’a samimi iman ve ihlaslı ameldir.” (Hz. Muhammed SAV., Buhari-Müslim)

“Kim yürekten Allah’a inanarak ona güvenerek ve ancak ondan yardım dileyerek yaşarsa, Allah korkulu olursa, Allah onun en zor zamanında on abir kolaylık verir.” (Talak, 4.ayet) (Müderris-profesör)

Öğrencilerine bu ayetleri okur, sonra dersine başlarmış. Bunu bütün derslere başlamadan yaparmış. Bu ayetler öğrencilerinin dimağlarına yer etmiş. Odasıyla talebeleri bu ayetlerin hükmü ile yaşar olmuşlar.

İşte; İstanbul’da Fatih Medreselerinin yanında öğrenci odalar (tek odalı) yurtlar var. Aynı zamanda da o yurtların eski tabirle “meşruta” görevlilerinin oturdukları evler, odalar var. O semtte de bir Osmanlı paşasının vezir köşkü var. Bir gece ansızın köşkte korkunç bir yangın çıkıyor. Paşanın köşkü yanıp kül oluyor. Köşkün sakinleri canlarının derdine düşüyorlar. Herkes bir tarafa dağılıyor. O zamanlar sokak lambaları elektrikler yok. Gece geç vakit her yer zifiri karanlık. Yangından can havli ile kendisini sokağa atan bir hanım kız (paşanın vezirinin kızı) Fatih Medreselerinin öğrencilerin yattığı yere geliyor ve oradaki odaların birisinden dışarı bir ışık sızıyor. Hanım kız, herhalde bu evde yaşlı bir dede gece teheccüt namazına kalkmış, ona sığınıyım, sabahleyin anamı-babamı ararım diye düşünüp ışık yanan odanın kapısını çalıyor. Genç birisi delikanlı kapıyı açıyor. Bir de ne görsün. Üstü başı pas-kurum-is içinde bir dünya güzeli hanım kız, içeri buyur ediyor. Hanımlar çaresiz içeri giriyor. Kızcağız durumu anlatıyor. Öğrenci ise master yaptığını, derse çalıştığını söylüyor. Öğrenci masasına bir mum yakmış onun ışığı ile derse çalışıyor. Vezirin kızı da odanın bir köşesinde yorgun-argın bitkin bir vaziyette iki büklüm yarı uyanık oturuyor.

İşte şimdi ilahi imtihan başlıyor. Şeytan bütün gücü ie Medrese mollasına yükleniyor. “İşte eline herkese nasip olmayan bir fırsat. Paşanın vezirin kızı bu kızı, elde edebilirsen dünyada en büyük makamlardan olan saray paşası olabilirsin. Saraya damat olmak, saraya hakim olmak demektir” gibi mollanın aklına hayalden geçmeyen vesveseler veriyor.

Medrese mollası düşünüyor. En sonunda şeytan mollaya, “eğer, sen bu kızı cinsel tacizle kirletirsen bunu sana verirler” diyor. Şeytanın karşısında olan iyilik melekleri ise, “bu işi yaparsan idamı göze almalısın. Hem yıllardır hocanızın size her derse başlamadan okuduğu ayetleri bir hatırlasana. Eğer bu kız sana nasipse o da seni ister. Helal yol varken neden harama sapıyorsun” diye mollayı uyarıyor. Şeytan tekrar mollanın kafasına giriyor. Onu şiddetle kötülüğe itiyor. Mola, medrese mollası büyük bir sınavla karşı karşıya kaldığının farkına varıyor. Zihnini bu düşüncelerden arındırmak için yanan muma parmağını tutuyor ve canı yanınca zihnini topluyor. Şeytan tekrar araya giriyorsa da oğlan tekrar parmağını yanan mumun ışığına, ateşine tutuyor ve böylece sabah ediyorlar.

Vezirin kızı bu olayı dikkatle gece sabaha kadar izliyor. Acep, ne hikmettir ki bu delikanlı böyle yapar, diyor. Olayın iç yüzünü bilmiyor. Sabahın ilk ışıklarında hanım kız kendisini misafir eden medrese mollası gence teşekkür ederek oradan ayrılıyor. Yanan köşkün sıkıntısı azalınca vezirin kızı yangından sonraki gencin evindeki olaylar, özellikle de parmağını ateşe tutmasını babasına anlatıyor ve neticede teşekkür için saraya davet ediliyor. Kendisine gerekli misafirperverlik gösteriliyor. Sarayda ağırlanıyor.

(SÜRECEK)