Bunu niçin anlattım, büyük insanlar sadece geçmişte yaşamış değildir. Günümüzde de bu önderler vardır. Mevlana’nın dediği gibi; eski elbiselerin içinde Allah’ın ne yüce kulları vardır, diyor. İşte 1900-2000 yılları arasında Çorum’da yaşamış ölümü 2000 yılından önce sanırım 90 yaşına değmeden ölen duayen hafız, alim, Allah’ın istediği hakiki zengin, o yıllarda 1930 ve ilerisi yıllarında İstanbul’da ve Çorum’da ileri derecede manifatura tüccarı ve 1945-50 yıllarında kooperatifçilik anlayışı ile dokumacılık sanatını icra etmiş, o kısıtlı imkanlarla yüzlerce hanımı dokumacılıkta çalıştırmış, devletin, milletin, Allahımızın istediği gibi bir zatı kiram idi.

Ben Hakkı abinin son otuz senesini yakinen bilen, gören ve yaşamış birisi olarak yazıyorum. Daha önceden 15-20 sene önce Hakkı abinin örnek yaşantısından serüvenlerini (ben ölünce yaz ve anlat dediği için) Çorum Koparan, şimdi Çorum Hakimiyet Gazetesinde adedini tam bilmiyorum, onun hakkında 20-25 (tahminen) makale yazdım. Şimdi sadakat, doğruluk, ahde vefa, ihlas ve samimiyet üzerine örnek bir hadisedir. Kendinden dinledim.

Ticaret hayatı ile ilgili bir gayrimüslimle ilgili yanılmıyorsam, Agop Sagrıyan adında bir Hıristiyana ait. Hakkı abi her hususta özellikle de ticarette dürüstlüğü belgelenmiş ve tescillenmiş, bunu onun zamanında olup da bilmeyen yoktur. Bizzat kendisinden şunu duydum. “Örneğin, 8 liraya aldığımı 9 liraya sattım. O mal yerinde 10 liraya da çıksa elimde mevcut ise onu ben yine 9 liraya sattım. Elimdeki mal bitince aynı kumaşı 10 liraya aldım, onu da 11 liraya sattım. Elimdeki malın fiyatını hiçbir zaman yükseltmedim. Süper zengin olamadım. Ama ticaretime bir kuruş haram da katmadım. Karun dünya malının çoğuna sahipti. Ölümden kurtulamadı, öldü. Ben de öleceğim, köle, kral da ölecek. Mühim olan Allah’ın nimetlerini Allah’ın kulları için kazanmak ve harcamaktır”, dedi. Kasasında siyah kaplı cilt cilt zekat defteri vardır. Bu sadece kendisinin değil, babası ve dedesinin defteri ile beraberdir.

Şimdi gelelim olayımıza:

Bu yazılarımızda amacımız sizlere tarihler, şahıslar hakkında bilgiler sunmak değil, geleceğimize ışık tutacak özellikteki örnek olayları sunmak ve onları bizlerin ve nesillerimizin de yaşamalarını sağlamaktır. Yazılarımın ana fikri budur. Bu anlatacağım olay, zamanında kayıt altın aalınmadığı için zamanını tam olarak bilemiyorum, ancak 1940-1950 yılları arasında olmalı. Çünkü olay o zaman yabancılara kazançlarının kaynağının sorulduğu ve varlık vergisine tabi tutuldukları, özellikle Rum, Ermeni, Yahudi, İranlı ve diğer milletlerden olup da Türkiye’de ticaret yapmış, İstanbul piyasasına hakim, zengin yabancılara varlık vergisi konuyor. Bu vergiyi ödeyenler faaliyetlerine devam ediyorlar. Ödeyemeyenler ise malını mülkünü satıp yurt dışına göç ediyorlarmış.

İşte böyle bir zamanda Hakkı Bilal abinin yıllardır alışveriş yaptığı kamyonlarca kaput bezi ve manifaturayı çeksiz-senetsiz senelerdir gönderen, senin çek ve senedin ağzından çıkandır diyen, yabancı, Agop isimli bir kişi. Çok zengin imiş. O zaman varlık vergilerini ödemek için Hakkı abiden ticarete dayalı yardım talep ediyor. Bunun için mevcut, özellikle kaput bezi ki 1940’larda altın gibi değerli, 10 kamyon, yüzlerce balya bezi Çorum’a Hakkı abi istemeden gönderiyor ve arkasından da bir müddet geçiyor.

Bu arada Hakkı abi o zaman da Çorum’da arazi zenginlerinden 100 teneke, 500 teneke, 1000 teneke buğdayı borç olarak alıyor ve bunları satıp paralarını İstanbul’daki gayrimüslim tüccara iletiyor. Ama bunlar ona olan borcunun yarısını bile karşılamıyor. Neticede adam Türkiye’yi terk ediyor. (Varlık vergisini ödeyemiyor) ve elindekini alıp Londra’ya göç ediyor. Hakkı abi büyük bir borç yükü altına giriyor. O tarihlerde de ikinci cihan harbi devam ediyor. Avrupa’yı kasıp kavuruyor ve İnönü hükümeti tedbir amaçlı gıda maddelerine özellikle tahıl, buğdaylara el koyuyor. Halkı açlıktan korumak için stok yapıyor. Böyle bir zamanda Hakkı abi kul hakkına son derecede hassa bir kişi. En önemlisi de kul haklarının çetini bir müslümanın gayrimüslime olan borcudur ki, eğer iman ehli değilse ahirette borçlunun sevabı da kufür ehline fayda vermiyor. Onun için kufür ehline borçlu ölen müminin ahirette ona olan borcunu ödeme şansı yok. Mutlaka o hakkın cezasını cehennemde çekecek. Adam bıraktı gitti Londra’ya. Şimdi bu hak ne olacak. Haşa, Hıristiyana kafir, gavur denmez ama, kılı kırk yararcasına kul hakkından korkan bir insan için bu en büyük acıdır. Ama haramdan korkmayan cehennemden çekinmeyenler bunu ganimet sayabilirler. Ama bu zehirdir. Ehli iman bunu yapamaz. Hakkı abi bu borcun ödenmesi için uzun zaman adamın adresini bulamıyor. Oğlunun Paris’te, hanımı ve kızının Amerika’da olduğunu, İstanbul’daki tüccarlardan öğreniyor. Aradan geçen zaman arasında kalan yüklü borcunun parasını da temin ediyor. Adamın oğulları vasıtası ile borcu olan Ermeni mi, Rum mu, bilmiyorum, o kişiye telefonla, mektupla ulaşıyor ve o yabcnı tüccara borcunu sana nasıl ulaştıracağımı bildir diyor ve bir yolunu buluyor. Bugünün parasıyla oranladığımızda belki trilyon (eski para)larca borcunu ödüyor.

(SÜRECEK)