“Yılandan korkmadım
Yalandan korktuğum kadar”

Ne kadar çok yalan dinledik? Kaç tanesini doğru kabul edip inandık? Tıpkı yalanlara inanan bizler gibi yalan söyleyenler de bunun karşılığında bir şeyler aldı. Oysa yalan söylemeyi ayıplamıştık. Yalancılar günah işlemiş olurdu. Yasalarımız yalanı suç sayardı. Mahkemede sadece doğruyu söyleyeceğimize dair yeminler ederdik. Bizler, güvenemediğimiz insanlara; kuşku duyduğumuz sözleri duyduğumuz zamanlar yemin ettirmeden inanmazdık.
Söylenen sözlere değil, gördüklerimize inanırdık. Gün geldi, gördüklerimizin aslında göründüğü gibi olmadığını anladık.
Birisi bizim yalan söylediğimizi iddia ettiğinde yüzümüz kızarırdı. Yalan söylemediğimizi kanıtlayabilmek için akla karayı seçerdik. Yalan söyleyen Pinokyo’nun nasıl burnunun uzadığını kitaplardan okumuştuk.
Türk sinemasında izlediğimiz filmlerden doğru söylemenin, dürüst olmanın çok erdemli bir davranış olduğunu gördük. Eşin dostun evine tek kanallı siyah beyaz televizyonları izlemeye giderken birden kanal sayısı arttı. Renkli televizyonlar devreye girdi. Uydu yayınlarıyla sansürsüz haberleri, televizyon programlarını izlemeye başladık.
Hangi kanalı izleyeceğimize biz karar veriyorduk. Sonuçta hangisinin doğru, hangisinin yanlış yayın yaptığına kendimiz hiçbir baskı altında kalmadan karar verebiliyorduk. Uzmanların hazırladığı programları izlerken aslında ne kadar çok etkilendiğimizi bir başka deyimle ne kadar çok aldatıldığımızı bir türlü anlayamadık.
Çağımız iletişim çağıydı. Sabit telefonun girmediği evler kalmamıştı. Aynı günlerde cep telefonuyla karşılaştık. Herkesin elinde bir telefon; çeşit çeşit, marka marka. Daha pahalı, yeni model ünlü markaların telefonlarını satın almak için yarıştık.
Evlerimizde işyerlerinde bilgisayarların sayısı artmaya başladı. Kısa sürede bir şekilde yeni aldığımız bilgisayar denilen oyuncakları yenileriyle değiştirmeye başladık. İnternetle tanıştık. Artık zaman kısıtlıydı, zaman çok değerliydi. Bir taraftan cep telefonu kullanırken bilgisayarla bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Kısa sürede her ikisini aynı anda kullanmaya başladık. Araç kullanırken telefonla konuşuyorduk. Televizyon izlerken müzik dinliyor, telefonla oyun oynayıp internette çet yapıyorduk. Farkında olmadan karnımızı doldururken uzaktan kumandayla televizyon kanalları arasında dolaşıyorduk.
Bu kadar çok teknoloji ürünlerini kullanırken aslında bizleri birilerinin kullandığını anlayamadık. Farkında olmadan gözlerimiz yalandan başka bir şey görmez olmuş. Kulaklarımız yalandan başka bir şey duymaz olmuş. Bilgisayar ortamında uzmanların hazırladığı yalanlar bizleri inandıracak görüntülerle desteklenip bizlere sunulmuş. Yalanlar gerçek diye verilmiş.
Yalanlara inanmaya başladıkça bizler de birer uzman yalancı olmuşuz. İnternet ortamında yaygınlaşan yeni bir yalan söyletme modası var. Birileri feminist “avratları” sevmiyorsa bilgisayar ortamında bir fotograf buluyor. Onların taşıdığı pankartlardaki sözleri değiştirip farklı şeyler yazıyor. Sosyal medya denilen sanal ortamda yayınlıyor. Başkaları tutup bunu paylaşıyor. Birini harcamak istiyorsun, bir siyasi partiyi sevmiyorsun; kolayı var. Ateşi tutmak için maşa kullanan eller; telefonun, bilgisayarın tuşlarını kullanmasını da bilir.
Birisi çıkmış bir yalan uydurmuş, bir yalana inanmış. Kendisi söylemiş olsa etkisi az olacak. İnternet ortamında Mevla’nın, Hz. Ali’nin veya insanların değer verdiği birinin bir resmini (o dönemde fotograf yoktu) bulmuş. Söylemek istediğini onlara söyletmiş. İnanılmayacak ölçüde yaptığın işten zevk almış.
Aslını söylemek gerekirse çok akıllı biri değil; başkalarının oyuncağı olduğunu, maşa yerine kullanıldığını anlayacak zekaya sahip olmayan zavallının biri.