Paris'te; av tüfeği alışımızı, Torino'da bulunan; Morando Fabrikasını Milano’da arayışımızı kaleme aldım ama İngiltere'yi almadım. Hal bu ki İngiltere'de ilginç olaylar yaşamıştık.

"Üç Ahbap Çavuş'un" İngiltere serencamı şöyle başladı.Arabamızla birlikte Belçika'dan Londra'ya giden vapura bindik. Fırtınalı bir vapur yolculuğundan sonra gece karanlığında Londra'ya vardık.

Ertesi gün "Kıbrıs Türk Cemiyeti"ni bulduk. Bize rehberlik yapacak birini ve konaklamamız için otel bulmamıza yardımcı olmalarını istedik.

Bazı yerleri gezmemizde bize yardımcı oldular. Konaklamamız için otelde yer ayırttılar ve adresi bize verdiler. Ama biz oteli beğenmedik. Kendimiz, akşam karanlığında otel aramaya başladık. Ben direksiyon koltuğunda yavaş yavaş ilerliyorum, Halit Hamoğluda arabanın içinden etrafı kolaçan ediyor, "Buralarda Royal Otel olacak, ben orada kalmıştım" dedi. Ben de,"Onu bulmakta ne var? Royal Otel karşımızda duruyor!"dedim.

Otele kaydımızı yaptırdık, eşyalarımızı yerleştirdik. Otel çalışanları yemek için geç olduğunu, otel lokantasının saat 21:00’de kapandığını söyleyip, etraftaki lokantalardan birine gitmemizi önerdiler.

Girdiğimiz lokantada insanlar sarhoş olmuş yüksek sesle konuşuyorlardı. Ben garsona "İngilizce bilmiyorum. Yemekleri görelim!" demek için, "Youdon'tknowspeakEnglish" yani "Sen İngilizce bilmiyorsun" diye söze başlar başlamaz kahkaha fırtınası koptu.

Lokantada bulunan herkes gibi garsonda sarhoş. Yemek boyunca bana;"Ben İngilizce bilmiyorum, sen biliyorsun" diye takıldı, durdu.

gün, Kıbrıs Türklerinden Hikmet Bey,rehberimiz oldu.

Ünlü bir fabrika kurucusu ve makine imalatçısı İngiliz firmasından randevu aldı:

"Makinelerini yenilediğimiz 50 sene önce kurulmuş olan, hemen görebileceğiniz bir fabrika var. Bir de yarın görebileceğiniz, yeni kurduğumuz, dünyanın en modern fabrikası var" dediler.

Biz her ikisini de görmek istedik. Bize makinelerini yeniledikleri eski fabrikayı vakit geç olmasına rağmen gezdirme nezaketini gösterdiler.

Modernize ettikleri fabrikada basit bir otomatik kesici, makine dairesine neredeyse bitişik, küçük zikzak fırın vardı.

Fabrikada yuvarlak üç deliği olan, harman tuğlası muadili klasik İngiliz tuğlası üretiyorlardı.

El arabası ile az sayıda işçi, kesicinin yanından aldığı yaş tuğlayı fırına taşıyor, istifçi de fırın içini düzenliyordu. Yani arada kurutma yoktu. Kurutma yoktu ama tuğlaların son derece katı basılması, üç delikten başka deliğinin olmaması bu kolaylığı sağlıyordu.

Ertesi gün yeni fabrikaya trenle gidecektik. Rehberimiz Hikmet Bey, tren yolculuğu için benden adam başı birer pounddan toplam dört pound para istedi...

Fabrikayı gördük. Gerçekten de o zamana kadar yapmış olduğumuz gezilerde görmediğimiz teknolojik yenilikleri burada gördük. Onlara geçmeden önce tren yolu ücretinde bir inceliğe şahit olduk. Bu seyahatimiz bir eşkenar üçgen çizerek sonuçlandı. İkinci kenarı da kişi başı birer pound ödeyerek geçtik. Ben üçüncü kısım mesafe aynı diye dört pound hazırladım. Hikmet Bey, "Ucuzluk bitti. Artık 12 pound vereceğiz" dedi. Anlatılana göre bizim birer pounda gittiğimiz yerler de üç pound imiş. Oralarda arazi engebeli olduğu için tren fazla yol kat etmek zorunda kalıyor, karayolu ile rekabet edemiyormuş. Fiyat düzenlenmesini bir uzman yapmış. Bir poundla geçerek zararın bir kısmı giderilmiş.

Geldik önemli ayrıntıya:

Fabrika çok yüksek rezervli bir kömür ocağına bitişikti, kömür ocağının grizu gazını toplamayı üstlenmişler ve fırınlarda bu gazı yakıt olarak kullanıyorlardı. Yani bizde kömür ocağı işçilerini öldüren gaz ehlileşiyor; yakıta dönüşüyordu. Bu durum deyim yerindeyse beni çıldırttı. Türkiye'ye döner dönmez; Maden Mühendislerimize çatmaya karar verdim.

de yaptım. Geldiğimizin ertesi günü, başarılı maden mühendislerimizden, şimdiki Çorum Atatürk Lisesi'nde aynı sınıfta dört yıl beraber okuduğum, öğrencilik ve sivil yaşantımızda da ayrı bir dostluğumuz olan Rahmetli Atilla Tüblek'e telefon açtım;"Dün İngiltere'den yurdumuza döndüm. Başta sen olmak üzere maden mühendislerimize çok kızdım. Çatacak mühendis arıyorum" dedim.

Rahmetli Atilla Tüblek "Hayırdır. Yine ne var? Sivriliğin mi tuttu?"dedi. Arkadaşlar değişik girişimlerim olduğu için kendi aralarında bana "Sivri İlhan" ismini takmışlardı.

Ben de Rahmetliye "Bu iş ciddi. Çok canım sıkıldı" dedim ve grizu gazının yakıt olarak kullanılışını anlattım. Rahmetli bana "Boş yere canın sıkılmış. Bizde o çapta gaz üreten kömür sahası yok" dedi.

Rahmetlinin sözleri beni rahatlattı, sanırım; sizi de rahatlattı. Allah rahmet eylesin.

İngiltere'nin bizim meslekle ilgili ilginçliği bitmedi. Gelecek hafta devam edelim inşallah.

Yazımı sonlandırırken siz değerli okuyucularımın Pazar günü idrak edeceğimiz "Ramazan Bayramı"nı tebrik ediyorum. Allah tekrarına kavuştursun inşallah.

En güzel günler sizlerin olsun.