İmkânlarımız çoğaldıkça nimetlerimiz de artmaktadır. Ama maalesef, nimetlerimizin artması oranında Allah’a olan şükrümüz ve insanlara olan teşekkürümüzün de artması gerekirken, aksine görünen odur ki şükrümüz azalmaktadır.

Bunu, geçmiş zamanlardaki insanların kısıtlı imkânına rağmen şükürlerinin çok olduğu, günümüz insanlarının ise eskiye göre nimetleri ölçülemeyecek derecede arttığı halde şükredenlerin azlığından anlıyoruz, görüyoruz.

*

Yüce Allah şu gördüğümüz ve göremediğimiz bütün mevcudattaki nimetleri sırf insanlar için yaratmış ve onların emrine vermiştir. Ancak her nimetin bir külfeti, Allah’a şükür ve insanlara da teşekkür borcumuz vardır. Çünkü, “Sümme letüsellünne yevmeizin aninnaim”, yani, “kıyamette, mahşer gününde, mizanda yemin olsun ki bütün nimetlerden sorulacaksınız” buyurulmuştur. (Tekasür Suresi, 67)

R.SAV. de, “insanoğlu mizanda aldığı ve verdiği her nefesin hesabını vermeden ayağını yerinden kıpırdatamayacaktır” buyurmuştur.

Nefesinizi hayra soluyunuz. Nimetlerin sorumlulukları böylesine ağırdır. Bu ahiret sorumluluğudur. Bir de dünya mesuliyeti vardır.

“Eğer nimetlerime şükrederseniz, nimetlerimi sizin için artırırım. Yok, nankörlük ederseniz, azabım çok şiddetlidir. O nimetleri elinizden alırım..” buyurulmuştur. (İbrahim Suresi 8. ayet)

*

Yüce Allah bir ayetinde, “Sizlere verdiğim nimetleri saymaya kalksanız, sayamazsınız. O kadar çoktur ki, onları saymaya gücünüz yetmez. Ey kullarım, çok az şükrediyorsunuz” buyurulmuştur.

Şükür nedir? Şükür, nimetlerin gerçek sahibini bilmek, Allah’ın nimetlerini Allah’a isyan ve günah yolarında değil, yüce Allah’ın emri doğrultusunda kullanmaktır. Söz ve hareketlerimizle bu şükrümüzü ispat etmemiz gerekmektedir. Sadece şükür, şükür, teşekkür demekle hakiki şükür yapılmış olmaz.

Şöyle bir an düşünürsek, bunu hemen anlarız. Örneğin; bedenimizin azalarını, beynimizi, aklımızı ele alalım. Göz nimetinin değerini biliyor muyuz? En basitinden bir gözümüzden katarakt ameliyatı oluyoruz, geçici olarak gözümüzü kapatıyoruz. Dünya zindan oluyor. Ayak tırnaklarını keserken su aldırıyorsun. Yürüyemez hale geliyorsun. Dünyanın en dahî âlimi yaşlanıyor, alzheimer olup melekesini yitiriyor. Sanki cansız bir ağaç, taş oluyor. Bir an için kalbimizin durduğunu düşünelim. Allah korusun felç olayı, kanser ve daha niceleri, bunlar insanın başına gelince bu nimetlerin kadir ve kıymetini daha iyi biliyor, bedensel ve ruhsal engelli kardeşlerimizi daha iyi anlıyoruz. Fakat ne yazık ki iş işten geçmiş oluyor.

*

Nimetlerin değerini iyi bilmek ve nimetlere tam anlamıyla şükredebilmek için geçmişteki nimetlere o günün insanlarının nasıl şükrettiklerini ve günümüz insanlarının yaşantılarına bir göz atmamız bu gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin; şükretmesini bilene nimetin azı da çoğu da birdir. Aza şükretmeyenler çoğa teşekkür etmezler.

1950-60 yıllarında güzel Çorumumuzun nüfusu tahminen 20 bin civarında. Cumhuriyetin kuruluşunda yine tahminen 10 binler civarında deniliyor. Biz o zaman 1954-1955 ders yalında ortaokuldayız. Yani İmam Hatip’in orta kısmındayız. O zaman Çorum’da belki on kişide ancak otomobil var. Düğünler faytonla yapılıyor. Çok az kişi gelinini otomobille evine getirebiliyor. Gelin atla veya faytonla gezdiriliyor.

Ana-baba, evlatları evli oldukları halde bir evde oturur, beraber çalışır, beraber yerlerdi. Çoğu zaman evin odaları herkese yetmez, müşterek kullanılırdı. Çocuklar ayrı bir odada toplanırlardı. Odanın birisi evli kardeşlerce nöbetleşe kullanılırdı. Kızlar evlerinden gelinlikle çıkarlar, eşlerinin evinden ancak kefenleri ile çıkar denirdi. Bugün böyle mi? Çorum gibi muhafazakâr, mütedeyyin, dindar bir toplumda evlenen çiftlerin bir yıl içinde üçte biri boşanıyor.

Örneğin, 1700 evli çiftin yıl içinde 650’si boşanıyor. Ana sebebin de ekonomik olduğu söyleniyor. Dünün insanı böyle değildi. Sabreder, şükreder, dayanma gücü gösterirdi. Bugünün geçleri eşlerini kendileri buluyor. Aşk diyor, sevda diyor, gülerek oynayarak evleniyor. Cicim ayları geçince ağlaya ağlaya ayrılıyor. Bir de çocuk varsa, aileler perişan. Mahkemelerin en çoğu boşanma ve alacak verecek davalarından oluşuyor. Dünün insanı bedenen ve ruhen arı gibi çalışıyor, bedeninde yağ kalmıyordu. Bugünün insanı yeterince çalışmıyor. Belki iş bulamıyor. Şişmanlık ta obezite ile çarpışıyor.

R.SAV. efendimiz Ebu Eyyubel Ensarinin evinde ashabıyla toplu halde yemek yerken yemek arasında bir an duruyor. “Sirke ne güzel katıktır. Gün gelecek bir sofrada altmış çeşit yemek bulunacak. İnsanların gözü doymayacak. Onlarda şu anda sizlerde olan huzur ve mutluluk olmayacak. Çünkü onlarda kanaat ve şükür olmayacak. Hırs ve tamahlarına yenik düşecekler” buyurmuşlar. Cennetle müjdelenen büyük bir sahabi R.SAV.den sonra Kufe şehrini kuruyor ve oraya vali tayin ediliyor. Sanırım Hz. Ömer devri. Bir Ramazan iftarında kalabalık bir davet gurubu ile yemek yerken, birden bu sahabi ağlamaya başlıyor. Sebebi sorulunca sofradaki yemekleri sayınız diyor. Sayıyorlar, 59 adet geliyor. Tekrar saydırıyor, yine 59 geliyor. Bir de kendisi sayıyor, suyu saymayı unutmuşlar, 60 çeşit sayıyor. R.SAV.in önceden buyurduğu sözü hatırlıyor ve ağlıyor. Dün tuzu ve sirkeyi arpa ekmeği ile katık yapıp yerken daha mutluyduk. Şimdi ise karnımız da gözümüz de aç.

R.SAV. ömründe günde iki öğünü birden yemedi ve yine de açlıktan ölmedi. Ama bizler şükürsüzlüğümüz ve nimetlere olan nankörlüğümüz nedeni ile bunca nimetlerin içinde yüzdüğümüz halde hala şükretmesini bilmiyoruz, demiştir. Bu olay bu söz 1400 sene önceki olaydır.

*

Sakın yanlış anlaşılmasın, yemeyin, içmeyin, bir hırka bir lokma olun demiş asla değildir. Asrın bütün nimetlerinden yeterince yararlanacağız. Ama şükredeceğiz. Nimetler çoğaldıkça şükrümüz maalesef çoğalacağına azalıyor. İşte sorun burada.

Ekmeğin buğdaydan olduğunu bilmeyen, ekmek fırından çıkar sanan, buzağıya oğlağın yavrusu diyen sözde tahsilli, eğitimli, kültürlü bir genç nesil var. Suç kimin? Birinci derecede devletin. Sonra ailenin, sonra kişinindir.

Bugünün teknolojisi insanlara korkunç imkânlar sundu. Yüksek teknolojiye sahip milletler icat ve buluşları ile dünya insanı harpsiz esir aldılar. Yatakta bile insanlar oyun oynarken uyuyor. Gözler kan çanağı. Namazda bile telefonla oynuyor. Zincirsiz, bukağasız, kelepçesiz esarettir. Bunun için uyanık olmalıyız. Dünya nimetlerine geçici zevk ve sefalara esir olmamalıyız. Şükrümüzü asla kaybetmemeliyiz. Daima uyanık olup nankörlüğe düşmemeliyiz. Yoksa bunca nimetleri bizlere meccanen veren Allah cc. hazretleri almasını da çok iyi bilir. İşte tabiat olayları, seller, yeller, fırtınalar, depremler, tsunami, deniz azgınlıkları, GDO’lu yiyecekler, çoğalan hastalıklar, sebepsiz ölümler... Bunların ana sebebi insanoğlunun Allah’ın ölçülü yarattığı doğayı kendi elleri ile bozmalarının acı sonuçlarıdır. Belki de kıyamet böyle gelecek. Dünya bozulan düzenle batacak.

Kur’an’da Rum Suresinin 41. ayeti bakınız ne diyor: “İnsanların bizzat kendi elleri ile istedikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Ki Allah yaptıklarınızın bir kısmını onlara tattırsın. Belki kötü yoldan dönerler. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” buyuruyor. İnsanlar ne yapıyor, bindikleri dalı kendi elleri ile kesiyorlar. Öyle değil mi? Görüyorsunuz, hava, iklim, mevsimler, sıcaklık vs nasıl bozuldu. Gökten yağmur değil de sanki sel yağıyor. Fırtına, afat 100 senelik çınarı kökünden söküyor. Nedir bunların sebebi? İnsanların, bizim emrimize verilen nimetlerin aslını bozuyoruz. O da bizlere bela olarak geri dönüyor. Harpler, darplerin dışında bir de doğa olayları boğuyor. Şükürsüzlük, nankörlük, iyilik bilmezlik, teşekkürsüzlüklerin sonucu işte böyle olur. Allah verdiği ve kıymeti bilinmeyen nimetlerini geri alıyor. Allah korusun. Amin.

NETİCE:

İnsanoğlu nimetlere şükretmesini bilirse Allah cc. o kimsenin nimetini artırır. Nankörlük ederse, verdiği nimeti geri alır. Bunun yüzlerce örneğini bu dünyada görmüşsünüzdür. Çünkü kıymeti bilinmeyen nimet sahibine geri döner. Nimetin azlığında çalışmayı ve sabretmeyi bilmeyenler de arzu ettikleri nimetlere kavuşamazlar. Yoklukta çalışma ve sabır varlıkta ise şükür gerekir. Nankörlük nimetin yok olma sebebidir.

Dünya kadar zengin insanların nimetin kadrini bilmeyip onu isyan yollarında kullanmaları, hırs ve tamaha kapılıp yanlış hareketler yapmaları, iflas edip bir ekmeğe muhtaç olanları bilmeyen ve görmeyen yoktur. Bunlar hep yaşanmış olaylardır. Yüce Allah’ın uyarılarının ispatıdır. Şükretmeyen kul sonunda rezil olur. Ahirette ayrıca hesabı sorulur.