12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler tarafından “muhtıra” verilip Başbakan Süleyman Demirel şapkasını alıp gittiği zaman, ben Çorum Ekspres Gazetesi’nde muhabirdim. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, muhtırayı tepkisiz karşılamış, ama Genel Sekreter Bülent Ecevit bunu “demokrasiye darbe” olarak nitelemişti. Paşa’yla ters düşünce de Genel Sekreterlik’ten istifa etmişti. Dönemin nüktedan lideri Osman Bölükbaşı ise, bu gelişmeyi “Yıldırım AP’ye düştü, cenaze CHP’den çıktı” diye nitelemişti.

Ecevit, kendi düşünceleri doğrultusunda bir Parti Meclisi oluşturmak üzere 1972’de Anadolu’yu dolaşmaya başladı. Dönemin Çorum Milletvekili Cahit Angın ile birlikte, üstadım Aydın Kalelioğlu’nun imtiyaz sahibi olduğu Çorum Gazetesi’ni de ziyaret etti. Gazete idarehanesine uğramadan doğruca matbaa kısmına geçti, -hepimizi hayran bırakarak- tüm işçilerin birer birer ellerini sıktı, hallerini-hatırlarını sordu. Sonra idarehanede bizlerle oturdu. Kurultay’da Parti Meclisi seçimini kazanınca, İsmet Paşa, Genel Başkanlık’tan da, partiden de istifa etti. Sonraki kurultayda da Ecevit Genel Başkan oldu.

Yeri geldikçe ifade ediyorum; ben muhafazakâr bir aileden geliyorum. Rahmetli babam, Demokrat Parti’ye, Adalet Partisi’ne oy verirdi. Dinlemeye doyamadığı lider ise Osman Bölükbaşı idi. O arada ben, çok okuyan biri olarak, Atatürk ilke ve devrimleriyle aydınlanmaya başlamıştım. Hoş, Atatürk babamın da daima baş tacıydı ya…1970’te gazeteciliğe başlayınca, “evrensel demokrasi” ölçütleriyle dünya görüşüm daha bir şekillendi, yerli yerine oturdu. Ta o günlerde, bugün olduğu gibi kendimi Atatürkçü, laik, demokrat, çağdaş, uygar sözcükleriyle ifade eder olmuştum.

Ve ilerici, yurtsever, halkçı kimliğiyle tanıyıp sevdiğim Ecevit Genel Başkan olunca, CHP Çorum Gençlik Kolları’nı yeniden kurma teklifini kabul etmem de hiç zor olmadı. 1973 ve 1977 seçimleri, özellikle gençlik tabanında benim ve arkadaşlarımın omuzlarımızdan geçti. Özetle diyebilirim ki, o dönem, bir liderin doğuşuna tanıklık ettim ve karınca kararınca omuz verdim. Daha sonra Erdal İnönü ile de yakın oldum ve sonsuz saygı duydum. Ne var ki, O bambaşka bir insandı. Avrupa’nın lideri olurdu, ama Türkiye siyaseti O’na göre değildi.

Şimdi, yepyeni bir liderin doğuşuna uzaktan tanıklık ediyorum. Türkiye siyasetine Ekrem İmamoğlu geliyor. Sakin, hoşgörülü, anlayışlı, alçakgönüllü, yapıcı…Saygılı, sevgi dolu…Hukukun katledilişine ve hiçbir vicdana sığmayacak derecede büyük bir mağduriyetle karşı karşıya bırakılışına bile, tebessümle ve barış diliyle yaklaşabilecek kadar soğukkanlı…Sert tepkiler vermek bir yana, kendisi adına üzülenleri, öfkelenenleri bile yatıştırıp sükûnete sevkedecek kadar sağduyulu…

Okurlarım çok iyi biliyorlar; başta Atatürk ilkeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, toplumsal barış, hoşgörü, sevgi, saygı, anlayış, hak, hukuk, adalet, demokratik olgunluk benim de hiç dilimden, kalemimden düşmez. İşte bütün bu değerler manzumesi, İmamoğlu profilinde simgesel karşılığını buldu diye düşünüyorum. Ve cumhuriyet değerleri ile kavgalı olmayan milliyetçisinden muhafazakârına, liberalinden sosyal demokratına, demokratik sosyalistinden antiemperyalistine çok geniş bir yelpazede “umut” haline geldiğini görüyorum. Vatanını milletini seven, sağduyulu, objektif kimselerin “neredeyse” eleştirecek hiçbir yanını bulamadıkları bir “vatan evlâdı” olarak gönüllerdeki yerini aldığına inanıyorum.

Yazımın başlığını bu duygularla atıyorum: İlle de demokrasi diyorum, ille de hukukun üstünlüğü, ille de adalet, ille de toplumsal barış, ille de sevgi dili…