Öncelikle Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) sürecine kısaca bir bakalım. Bu süreç, bugün 57 yıllık bir serüvendir.
1959'da o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) başvurulmuş, 1963'te Ankara Antlaşması imzalanmış, 1987'de tam üyeliğe başvurulmuş, 1995'te Gümrük Birliği imzalanmış, 1999'da aday ülke olarak kabul edilmiş, 2005'te üyelik müzakereleri başlanmış bir süreçtir.
Ve bu sürece hiçbir siyasetten itiraz gelmemiştir.
***
AB, 1998'den bu yana 18 yıldır "Türkiye İlerleme Raporu" yayınlamaktadır.
"İlerleme Raporu", adaylık statüsü kazanılmasıyla başlayan, aday ülkenin kaydettiği ilerlemelerin ve eksikliklerin yıllık olarak değerlendirildiği bir rapordur.
Bu raporlar, aday ülkenin resmi verilerine dayanılarak Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanır. Avrupa Parlamentosu'nun ve Avrupa Konseyi'nin onayına sunulur.
Avrupa Komisyonu 28 üyeden oluşur ve Avrupa Birliği (AB) politikalarının tasarlayıcısı ve koordinatörüdür. Başka bir deyişle AB yürütme organıdır.
***
AB'nin oybirliğiyle kabul ettiği "2016 İlerleme Raporu" 9 Kasım 2016 günü yayınlanmıştır.
Raporda, olumlu gelişmeleri örtecek ölçüde ağır eleştiriler ve endişeler yer almıştır.
-Yüksek mahkemelerin yapısında ve niteliğinde, aşırı derecedeki değişikliklerin ciddi endişeler yarattığı, bunların Avrupa standartlarına uygun olmadığı ifade edilmiştir.
-Terörle Mücadele Kanunu'nun kapsam ve tanımının Avrupa müktesebatı ile uyumlu olmadığı, uygulanmasının ciddi endişelere yol açtığı savunulmuştur.
Ve de özellikle:
-OHAL uygulamalarından endişe duyulduğu, bu uygulamaların hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırdığı...
-Tutuklamalarda evrensel hukuk ilkelerine uyulmadığı...
-Yargı bağımsızlığının çiğnendiği...
-Kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen ortadan kalktığı...
-Basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, gazetecilerin, medyanın baskı altında olduğu...
-Geçen yıl yapılan önerilerin dikkate alınmadığı...
-Yasalar ve uygulamaların AİHM içtihadıyla uyumlu olmadığı...
Yani genelde temel hak ve özgürlüklerin tahrip edildiği, demokratik hukuk devletinin ağır yaralar aldığı en ağır bir dille ifade edilmiştir.
Ve "ilişkileri dondurma" mesajı bile verilmiştir.
***
Elbette Türkiye için bu eleştiriler ve endişeler ağır olmuştur. Ama yapılan bu tespitler, eleştiriler ve endişeler 1998'den bu yana hazırlanan her raporda yer almıştır.
Üstelik her rapor bir öncekini aratacak ölçüde ağır olmuştur. Ne yazık ki, 1998'den bu yana yazılan bu raporlar asla dikkate alınmamıştır. Ülke içinde bir hamaset edebiyatıyla bu eleştiriler üzerine yatılır olmuştur.
Nitekim hükümet kanadından 2016 raporuna karşı da büyük bir tepki olmuştur.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, "Bu rapor yapıcı ve yol gösterici olmaktan uzak, Türkiye-AB ilişkilerine hizmet etmeyen bir anlayışla yazılmış ve katılım müzakereleri perspektifinden uzak" demiştir.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, basın açıklamasında "... önyargılı, sübjektif ve gerçeklerden uzak eleştiri ve önerilerin tarafımızca kabulü mümkün değildir" demiştir.
Geçen yıllarda "bu raporları çöpe atarız" bile denilmiştir.
Oysaki bu eleştiri ve endişeler, Türkiye'de büyük bir kesim tarafından da paylaşılan eleştiri ve endişelerdir.
***
Olaya bir de başka açıdan bakalım:
AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu NATO'nun merkezidir. Burjuva devlet kültürünün doğum yeridir.
Türkiye böyle bir sistemin içine bu olguları bilerek girmek istemiştir. Bugüne kadar mecliste yer alan hiçbir siyaset de buna hayır dememiştir.
Elbette AB'nin, içine almak istediği ülkelerden istediği kriterler vardır. Eğer gerçekten AB'ye girilmek isteniyorsa bu eleştiri ve endişeler paylaşılmalı, gereği yerine getirilmelidir.
Ya da AB kapılarında beklenmemeli, içeriye dönük hamaset yapılmamalıdır.