Batı’dan Bir Kıssa…

Avrupa'nın ünlü sanat merkezlerinden birinde, çocuğun biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider.

Şanslıdır, tablo hala satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da bu kadar…" der.

Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın, şaşkın sorarlar: "Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın?"

Ressam cevap verir: "Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?..."

Sözün Özü: Ressam o tabloyu milyonlar karşılığında satabilirdi. Tıpkı günümüzde tüm değerlerimizin satıldığı gibi… Ama ana sorun çok önemli değerlerimizin göz ardı edilmesidir. Örneğin bağımsızlığımız gibi...

Doğu’dan Bir Kıssa…

Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer Bin Ebu Talip'in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına gider. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini görür.

Adam ekmeklerden birini tam ağzına götürmek üzereyken, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirir.

Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne atar. Köpek ekmeği derhal yer. Köle ekmeğin ikinci parçasını da atar. Köpek bunu da bir kerede silip, süpürür.

Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verir. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sorar...

-"Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?" Köle sıkılarak cevap verir:

-"İşte bu üç parça ekmek…"

-"O halde neden kendine hiç ayırmadın?"

-"Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim."

-"Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?"

-"Oruç tutacağım."

Bunun üzerine, Abdullah Bin Cafer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sorar. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın alır. Sonra döner, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyler ve ekler...

"Seni azat ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum." Cömertliğiyle meşhur Abdullah Bin Cafer, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve: "Ama o köpeğe topu, topu üç parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin…" dediklerinde, şu karşılığı verir "Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını...

Gelelim hissemize…

12 Haziran’da felek Türk milletini bir imtihan edecek, pir imtihan edecek… Ben fakirin de bu seçimde biricik servetini kullanacağını söylemeliyim. Bu servet, biricik oyum, sadece benim servetim değil, bana torunumun emaneti olan bir değerdir.

İşte bu nedenle ben bu serveti kullanırken dünya ve ülke gerçeklerini, ABD ve AB emperyalistlerinin dâhili ve harici işbirlikçileriyle yaptıkları tertipleri doğru okuyarak tercih yapmak zorundayım. Tercihimin doğruluğunu belirleyen şey salt AKP’den kurtulmak mı olmalıdır, yoksa AKP zihniyetinden kurtulmak mı olmalıdır? Zor olan budur.

Ya sizler servetinizi nasıl kullanacaksınız?

Yarın torunlarımıza ne diyeceğiz?