Zamanın durgun akan ırmağında şiir, müzik ve dansın ortak yolculuğu.

Şiirin destanlar söylemesi… Efsane, masal, hikâye üçgeninde yükselen piramit…

Hikâye-öykü sözcüklerini eşanlamlı kullanıyoruz çokluk. “Herkesin bir hikâyesi var” cümlesindeki “hikâye” ise apayrı bir anlam. Yaşamdan bir kesit acısı, balı, zehriyle. O yaşanmışlığın edebi anlamda bir hikâye-öyküye dönüşmesi ise bir dil ve kurgu ustalığı. Aynı boyut şiirin de olmak ya da olmamak hâli… Ne hece/aruz, kafiye düzeni ne de kırık merdiven hani şu serbest vezin dediğimiz.

Şiirin tanımlanamaz oluşu ise vurgun yemiş süngerci hâli sözün. Kendine has bir kokusu, ışığı var şiirin. Kendini görmeden daha kokusu gelen iksir.

Kendimle dertleşiyorum işte gördüğünüz gibi.

“Dertleştik bir güzel, içimi döktüm rahatladım” deriz. Boşa koyarsınız almaz, doluya koyarsınız taşmaz; dili şişer sanki insanın. Konuşmak istersiniz.

İnternet, sosyal medya ve cep telefonlarının birbirinin içinden geçerek yaygınlaşması iç dökümlerini de kolaylaştırdı. Sadece bir arkadaşa içinizi dökerek rahatlamıyorsunuz artık. Aynı anda yüzlerce insana döküveriyorsunuz içinizi. Açıldıkça saçılıyor insanlık küreselleşmenin derin sularında.

Burada iç dökümüyle şiir/edebiyat ilişkisine geçebiliriz artık.

“Kırık-kırık yazılan iç dökümler, araya bir iki de kafiye düşürünce şiir midir?” sorusu bir anafor olup sizi çekecektir içine.

Besteci Amir Ateş’in çok sevdiği eşinin vefatından sonra üç ay geçmiş, Amir Ateş’in evi sakin bir hâl almıştır. İlham Behlül Pektaş arkadaşını balkona çıkarır. Balkondan İstanbul’u seyrederler.

"Biliyor musun İlham” der “Gülmek ayrılık demekmiş; ama ben bunu bilemedim."

"Anlamadım; ne demek şimdi bu?"

"Son gün bana kaç haftanın üstüne ilk defa gülmüştü. Meğer bu ayrılık gülümsemesiymiş!"

"Evet, öyle olmuş; sana gülümseyerek veda etmiş demek ki!"

"Biliyor musun çok tuhaf bir duygu bu! Kaç gündür gelecek diye sabah akşam yollarını gözledim. Gelmediğini bilmek çok acı verici! Bazen ben de ölmek istiyorum!"

"Allah korusun! Tövbe, tövbe de be kardeşim! Bildiğin gibi dünya hüzün ve gözyaşı dolu. Hayat bu maalesef!"

"Bazen düşünüyorum da şimdi kim bilir nerelerdedir?"

"Sen benden daha iyi biliyorsun nerede olduğunu!"

"Doğru, doğru üstat! Allah mekânını cennet etsin! Çok özlüyorum onu!"

İlham Behlül Pektaş "Eeee aşk bu, sevda bu, hayat bu değerli dostum!" dedikten sonra aklına bir şey gelmiş gibi ayakta duran arkadaşına, "Gel şuraya oturalım. Şimdi aklıma bir şey geldi ve bunu sana söylemek istiyorum!" deyip balkonun köşesindeki sandalyelere otururlar.

"Bak ne diyeceğim sana! Gel sen de bana yardımcı ol ve rahmetlinin anısına bir güfte yazayım! Ne dersin?"

"Bilmem, yapabilir miyiz?"

"Üstat, bizim işimiz bu; yaparız. Yeter ki sen yardımcı ol!"

"Az önce sohbetimiz sırasında kullandığımız sözcükler bende bazı çağrışımlar yaptı! Sen otur, ben içeriden bir kâğıt kalem alayım.”

Aradan üç saat geçmiştir ve arkadaşından aldığı yardımla İlham Behlül Pektaş güfteyi yazıp bitirir ve arkadaşı Amir Ateş’e uzatır. "Hadi oku şimdi!"

Ben seni unutmak için sevmedim

Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim

Bekledim sabah akşam yollarını

Ölmek istedim, bir türlü ölmedim

Aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu

Kalp acı, dünya hüzün, göz yaş dolu

Şimdi sen kim bilir nerelerdesin

Gelir gecelerden koşarak sesin

Bana en acı haber kiminlesin

Adını içimden hâlâ silmedim

Aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu

Kalp acı, dünya hüzün, göz yaş dolu

Amir Ateş’in arkadaşı İlham Behlül Pektaş’a iç dökmesinden çıkan şiir Türk musikisinin en sevilen Segâh şarkılarından birinin güftesi olacaktır.

Hep söylüyor ve yazıyorum ya, okuyan yazandan arif gerek diye. Bu küçücük örnek umarın sevgili okurlar tarafından yüzük taşı misali yerli yerine oturtulacaktır.

“Sosyal medya iç düküm sağanağından geçilmiyor” dediğinizi duyar gibiyim. Hele o iç dökümler bir de ağdalı okuyuşlarla video-klip yapılıyorsa değmeyin beğeni dokunuşlarına.

İşte burada Andy Warhol’u hatırlama zamanıdır. “Çağımızda herkes on beş dakikalığına meşhur olacaktır.”

Zaman ise ne sosyal ağa bakar ne de ağdalı okumalara, kâğıt öğüten makineler gibi ufalar şeyleri. Kalan sadece şiir olacaktır. Şiirle kalın, esen kalın.