Sürekli doğu batı mukayesesi yaparak, sizleri sıktığımın farkındayım.
Bugün hayatın bir de gülen yüzünün olduğunu hiciv ve mizah edebiyatından bazı örneklerle anlatmaya çalışacağım.
Yunus Emre Şeriatın cennetine karşı tavır koyar,
Cennet cennet dedikleri, / Bir ev ile birkaç huri,
İsteyene sen ver onu, / Bana seni gerek seni..
14. yüzyılda şeriata karşı geldi diye derisi yüzülerek öldürülen Seyit Nesimi’nin şiir ve dörtlüklerini çok severim.
Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni…
Nesimi’nin şu dörtlüğü de halden hâle sokar beni...
Ger aslımı sorarsan ben bir niyazım, / Basir ilmi denen yerden gelirim,
Bir katre idim şimdi hân oldum, / Arştaki kandilde nurdan gelirim…
Hallac- ı Mansur ve Nesimi’nin öldürülmesine şu dörtlüğümle ağıt yakmıştım.
Ne zaman Nesimi aklıma gelse, / Yüzülmüş tenine deri olurum,
Hallaç gibi çıkıp “Enel Hak” dese, / Aklımı şaşırıp deli olurum…(Mehmet Özata)
Ömer Hayyam üstadım da şu ilginç dörtlüğüyle Allah’a sitem ediyor.
Beni özene bezene yaradan kim, sen! / Ne yapacağımı da yazmışsın önceden,
Öyleyse günahı da işleten sensin bana, / O halde nedir o cennet, cehennem!…
13. asırdan yüce Mevlana da söyleşimize şu güzel ve esrarlı dörtlüğüyle katıldı.
Dün gece üstadıma sordum kaç kez, / Bana bu dünyanın sırrını söyle tez,
Cevap verdi üstadım gülerek, / Bu sır bilinir, ancak söylenemez…
Kaygusuz Abdal da (15.y.y) bir dörtlüğünde Allah’a şöyle sitem ediyor.
Ademi balçıktan yoğurdun yaptın, / Yapıp da neylersin bundan sana ne!
Halk ettin insanı cihana saldın, / Salıp da neylersin bundan sana ne ?
Karacaoğlan’ın da (17.y.y) diyecek bir sözü vardır elbet.
Bir aşcım olsa da doldursa kazı, / Türlü nimetlerle güldürse bizi,
Öğlene eğlencede, akşama kuzu, / Sabaha kaymaklı bal ister gönül,,,
Kangal’lı Ruhsâti (19.y.y) zamandan yakınır, dertli gönlündeki sorunları sıralar.
Bir vakte erdi ki bizim günümüz, / Yiğit belli değil, mert belli değil,
Herkes yarasına derman arıyor, / Devâ belli değil, dert belli değil…
Sefil Selimi de çok sevdiğim şu dörtlüğüyle söyleşimize katıldı.
Vardım ileriye, döndüm geriye, / Ben de şaştım sarındığım deriye,
Kendime rastladım varsam nereye, / Evvel, âhir, sonlu, sonsuz benimdir…
Aşık Veysel de ilginç bir dörtlüğüyle katılır söyleşimize…
Kilise’de despot keşiş, / İsa Allah’ın oğlu demiş,
Meryem Ana neyin imiş, / Bu işin var bir de senin…
Harabi’nin 28 kıtadan oluşan Vahdetnamesi de başlı başına bir hicivdir.
(Google’de “Vahdetnâme” diye yazınca karşınıza çıkar, okumanızı tavsiye ederim.)
Daha Allah ile cihan yok iken, / Biz onu var edip ilân eyledik,
Hakk’a layık hiçbir mekân yok iken, / Hanemize aldık, mihman eyledik..

Sanmayın bu sözleri her insan anlar, / Kuş dilidir bunu Süleyman anlar,
Bu sırrı müphemi ârifan anlar, / Çünkü cahillerden pinhan eyledik…
19.yüzyıldan Everek’li (Develi) Seyrâni çok acı bir hicivle katlıyor aramıza;
Üzerimden güneş doğup aşıyor, / Eriyip kar gibi bahtım üşüyor,
Gönül tandırında bir aş pişiyor, / Yanan ciğer midir, yürek midir bilmem!
Necdet Rüştü Efe 20.yüzyıldan katılır söyleşimize;
Şimdi mal devridir; böyledir dün de, / Kürk yoksa itibar olmaz düğünde,
Cahili karuna döndüğü günde, / İlimle göğsünü geren olur mu?