Zaman göreceli bir kavram. Bazen hiç geçmez ,bazen nasıl geçtiğini anlayamayız. O anki duruma, beklentimize, ne yapmak istediğimize bağlıdır.

Kimine göre boş boş geçer, neye göre, nasıl boş geçer bilemeyiz. Kimine göre dolu dolu geçer, kimine göre az kalmıştır, kimine göre “daha çok var” yanılgısına düşülür.

Geç kalmak…Bizden geçmesi nasıl olur zamanın? Nerden, nasıl bizden geçip gider zaman, anlamayız. Bu genellikle yaşla ve yaşantı ile ilgilidir. Nereye geç kalınmıştır, nasıl haberimiz olmadan zaman bizden gelip geçmiştir?

İnsanın zaman içersinde topladığı bilgilerin, gönlü ile farkındalığa dönüştürülebilmesidir birşeyler yapmak için geç olmaması…Yaşadığı anı değerlendirmeden, farkında olmadan, her yaşadığı anı kaygı, korku, endişe, kin, nefret, öfke ve egosuna yenik düşerek geçirmek, kibir, olumsuz düşünce ve mutsuzluk, herşeyde bir art niyet, kötülük arayarak, etrafını mutsuz kılarak geçiren bir insandan geçen zaman, sadece ruhunu, bedenini değil, etrafını, yaşadığı çevreyi de yıpratarak geçiriyor demektir. İşte o geçen zaman boşa geçmiş zamandır.

Yaş aldıkça zaman tüm bu kaygılar, olumsuzluklar, endişelerle geçmişse, o insan zamanın kölesi olarak yaşamış ve yaşlanmış demektir.

Önce insanın, zihni, duyguları ve gönlü arasındaki bağlantıyı kurarak kendini onaylaması önemlidir. Yoksa, ömür boyu tüm zamanlarında başkalarından onay, sevgi bekleyen, ancak bir türlü bu onay duygusunu tatmin edemeyip, kendi hatalarını bir türlü göremeyen ve hayatın, zamanın tüm suçunu çevresindekilerde arayan nevrotik ve narsisit kişilik bozukluları ile hem kendine, hem de çevresine acı çektirme duygusu ile davranır.

Sürekli ben merkezci olmak, kendini düşünmek, kendi isteklerine yenilmek, kendi ile mücadele etmekle geçen zaman, gerçekten boşa geçmiş zamandır. Çünki dünya tek kendi etrafında dönmelidir, yani ona hizmet etmelidir. Kocaman dünya kendi etrafında dönmeyince, her geçen bir gün onu mutsuz kılar. Böyle insanlarda empati kurma becerisi gelişmez; karşısındakinin duyguları değildir önemli olan, kendisi ile mücadelesidir asıl olan.

Bunu yapmayınca, sadece kendi ile değil, yaşadığı en yakın çevre ve toplumla sürekli çatışma halinde olur, her daim eleştirel gözle bakar. Ona göre herkes kötü, her yer kirli, her şey pistir. Yağmur yağınca, yağmurun bereketini, serinliğini değil ayağının çamurunu düşünür. Ne zor bir yaşam seçimidir böyle bir seçim!

İşte o zaman geçmez. Her şeye, herkese, en önemlisi mutluluğa, sevgiye, aşka, kendini gerçekleştirmeye, kendi potansiyelini anlamaya, fark etmeye zaman kalmamıştır. Ne acıdır, ne zordur böyle bir yaşam…Çevremizde, yakınımızda, uzağımızda, hayatın içinde, iş yaşamımızda, komşumuzda, çok vadır herşey için, mutluluk için, aşk için, sevgi için geç kalmış insanlar…

Zamanın değerini bilmek, bence yaşadığımız her anın ,her mevsimin, her yılın veya yılların farkında olmakla başlar. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, kendi potansiyelinin, duygularının farkına varması, içsel tatmini ve yaşadığı ana katkı sunması, geçen zaman içersinde mutlu olması ile ilgilidir, ''ah zamanı bir geriye çevirebilsem '' demeden yaş alabilmesidir.

Zamanı değerli kılmak, yaşadığın anın farkına varmakla başlar, sabah aldığın nefesi farketmekle başlar, hayat ,o nefese teşekkür etmek, şükretmekle başlar, etrafındaki güzellikleri görmek, aynaya baktığında kendine ve hayata gülümsemekle başlar, güzel bir güne başlamak inancı ile başlar, mutlu olmanın yollarını arayıp bulmak demek, kendimiz mutlu olunca en yakın çevremizin mutlu olabileceğini de bilmekle başlar.

İnsanın kendisiyle barışıklığı, yaşadığı aile, arkadaş, toplum, coğrafya, kültür, evren, hayatla uyumu ile başlar. Bireysel farkındalığı toplumsal farkındalığa dönüştürmesi ve orada birey olarak yok olmayıp tam tersi daha güzelleştirmek için katkı sunmakla, güzellikleri görmek, aramak veya insanların görmesine aracı olmakla başlar. Hayat uykundan uyanmak, böyle bir durumdur aslında.

Uyku halinde zamanı anlamayız. İşte uyku halidir güzelliklerin, mutluluğun farkına varamamak. O zaman geç kalır insan bir çok şeye, “vay be nasıl geçti zaman, anlamadık” olur, geç kalmak olur hayatın güzelliklerini farketmeye, anı yaşamaya, mutlu olmaya, aşka, sevgiye geç kalmak olur.

Oysa hiçbir şey için geç kalınmaz. Zihin ile, bilgi ile, birikim ile gönül arasında, duygular arasında bağlantı kurmak potansiyelini farketmek için geç değildir. Her fark ediş yeni bir başlangıçtır, yeni bir zaman dilimidir.

Ne yapmak istiyorsan, seni ne mutlu kılıyorsa, içindeki potansiyelini keşfetme ile ilgilidir. Hepimiz yaratıcı potansiyelle doğarız, aşkla doğarız, ancak bu yaratıcı potansiyeli keşfedemediysek, herhangi bir sebeple keşfettiğimiz an, yeniden doğmak gibidir.

Sevdiğimiz şeyleri yapmak, seçtiğimiz insanlara sevdiğimizi söylemek, çok para kazanmak için beklemeyi gerektirmez. Yeter ki egomuz istediği için değil, gönülümüz istediği için yapalım her ne yapıyorsak.

Hayallerimizin peşinden koşmak için koşma kapasitemizin azalmasını beklemeyelim. Koşamıyorsak, bedensel olarak hayallerimizle birlikte yürüyelim. Bunlar çok lüks istekler değil hayat için, bir o kadar sade, bir o kadar abartısız, bir o kadar yalın ve naif istekler…Hayat bunu bilir, zaman bunu anlar, yormaz sizi zaman hiçbir zaman.

İnsanın kendi içindeki potansiyeli farketmesi, aşkı farketmesi gibidir. Aşkı farketmek, hayatın bütün yönlerini, renklerini, güzelliklerini, lezzetlerini farketmek demektir. Aşktan geldiğini bilmek, zaman yolculuğunda aşk ile yola devam etmektir.

Hiçbir şey için artık çok değildir, yeter ki içsel gelişimin aşk ile olsun. Hayat değişecektir. Zamanla yarışmadan barışacak ve her anın farkına varacak, mutluluğu başka kapılarda, başka şeylerde aramak yerine kendi mutluluk kapını ardına kadar açarak, mutluğu paylaşarak÷..y

Zaman onu daha da çoğaltacaktır.

ANKARA