Üççeyrek asırdır koşuyorum.

Yordu bu maraton beni.

Yoruldum.

Hele de bu yazma çizme işi, iyice yordu, yıprattı beni.

Artık bu işi tümden bırakıp, köşeme çekilmek istiyorum…

İstiyorum istemesine de; bu düşüncelerimi açtığım dostlarımın bir bölümü, “Sağlığın daha önemli, bırak tabii” derken; diğer bir bölümü “sakın haaa...” diyor.

“Sakın haaaa!...”

* * *

Mesleğim ve işim bu olmamasına karşın; 40 yıla yakın bir zamandır ülkemin çeşitli yerel gazete ve dergilerinde; kiminde mahlas, kiminde gerçek adımı kullanarak yazdım, yazıyordum.

Yazıyordum yazmasına da; artık kalemim de yoruldu, klavyemde…

İstiyorum ki gazete ve dergilerimin birinden biri vefasızlık yapsın bana; ben de bu vefasızlığı bahane edip, bırakayım yazmayı…

Ama olmuyor, yapmıyorlar; yapmadıkları gibi her türlü kaprisime de katlanıyorlar.

Sonra?

Sonrası bu işte…

Yazmayı bırakamıyorum…

Bulaşmaz olsaydım keşke bu yazma işine de; bulaştık bir kere…

* * *

Sanılmasın ki keyifli bir iştir, yaptığımız iş…

Bilen bilir, akla ziyan bir iştir yazı yazmak; hele de amatörce yazmak.

Akıl kârı değildir..

Hep iki arada, bir deredesinizdir.

Hele de Alanya gibi, Çorum gibi, Afyon gibi, Bolu gibi herkesin birbirini (şahsen olmasa bile en azından ismen) tanıdığı, herkesin birbirine kolayca ulaşabildiği yörelerde yazıyorsanız; işiniz tümden zordur.

Arsızlığın, yüzsüzlüğün, hukuksuzluğun, iş bilmezliğin ve de meslek ahlaksızlığının doruk yaptığı; kimsenin, “yoğurdum ekşi” demediği; denilmesine izin vermediği bu günlerde; yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlüdür.

Hele bir de üslubunuz, benim gibiyse, işiniz tümden zordur.

Birilerini huzursuz eder, rahatsız eder; dertsiz başınıza dert alırsınız.

O (malum) biri ya da birilerinden, dozu giderek artan densiz tepkiler ve tehditler almaya başlarsınız…

Gazetelerinizi sıkıntıya sokar, çevrenizi üzer, yok yere dostlarınızla dalaşırsınız…

* * *

Bütün bunlardan yılıp; “Alın lan atınızı, öperim sizin tımarınızı… ” edasıyla yazmayı bırakıp, köşenize çekilirseniz; bu kez başka türlü tepki görürsünüz.

Bu kez de bir başkaları tarafından, “toplumsal yükümlülüklerinizi yerine getirmekten kaçmakla…” suçlanırsınız. Onların, bitmek tükenmek bilmeyen “sen yanmasan / ben yanmasam…” ya da “namuslular da namussuzlar kadar cesur olmazsa…” türü gazlarına maruz kalırsınız.

İkna amaçlı geleniniz gideniniz eksik olmaz, telefonlarınız susmaz, olur olmaz her yerde sorguya çekilirsiniz…

“Lütfen yaz…” türü, ısrar bombardımanlarına tutulursunuz…

* * *

Bir tarihte Rahmetli Müşfik Kenter’i izlemiştim, İstanbul’da… Kendine özgü enfes diksiyonuyla, Orhan Veli’nin şiirlerini okumuş; ardından da gözyaşları içinde, Can Yücel’in aşağıdaki şiiri ile bağlamıştı o müthiş dinletisini.

“…Üzülüyorsun; ‘takma’ diyorlar.” diye başlamış, bir süre susmuş, gözlerini bir süre izleyicilerin üzerine gezdirdikten sonra, devam etmişti…

“Kızıyorsun; ‘değmez’ diyorlar.

Boş veriyorsun; ‘gamsız’ diyorlar.

Susuyorsun; ‘iki çift laf et’ diyorlar.

Konuşuyorsun; ‘muhatap olma’ diyorlar.

Çekip gidiyorsun; ‘mücadele et’ diyorlar.

Alttan alıyorsun; ‘tepene çıkardın’ diyorlar.

Bağırıyorsun; ‘sakin ol’ diyorlar.

Aklı başında davranıyorsun; ‘bu kadar da uslu olunmaz ki” diyorlar.

Dikine gidiyorsun; ‘yaşına başına, kariyerine hiç yakışmadı…’ diyorlar.

Ölünce ne diyecekler?

Muhtemelen; 'Ölüm sana yakışmadı.'

Normal tabii… Dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler!

Arsızlara, yüzsüzlere, kul hakkı yiyenlere hep takoz olduk çünkü…”

* * *

Benim ve benim gibi yazarların durumu da Can Ustanın şiirindeki gibi(dir).

Yazsanız öyle derler, yazmazsanız böyle derler…

Bizim gibilere rahat yoktur; öyle de, böyle de…

O ki, her iki durumda da rahat yok; umarsız yazmaya devam edeceğiz.

Yine sevimsiz olacağız…

Yine huzursuz olacağız…

Yine huzur bozacağız…

Yine can sıkacağız, yine canımız sıkılacak…

Haksızlığı, hukuksuzluğu kendilerine hak olarak gören malum çevreler yine, “Adam haklı… Yoğurdum gerçekten de ekşi” demeden, karşı saldırıya geçecek…

Yine kimse, yanlış yaptığını kabul etmeyecek…

Aklını mensubu olduğu tarikat ve cemaatle bozanlar, çevre düşmanı rantiyeciler, yine “zeytinyağı moduyla”, bana ve gazetelerime baskı yapacak…

Olsun…

Biz yazmaya devam edeceğiz…

Nasıl olsa, öyle de rahat yok, böyle de…