Fedai Bircan ile ANSAN - Antalya Sanatçılar Derneği’nde açılan sergilerde ve yapılan etkinliklerde tanıştım. Hayata ve sanata bakışındaki alışılmışın dışındaki duruşu ve söylemleri dikkatimi çekti. O heykelin, ben de edebiyat ve musikinin peşinde koştururken bırakın sohbet etmeyi, beraber bırakın kahve içmeyi, oturup sohbet etmeye fırsatımız olmadı. ANSAN 22 yıldır bulunduğu yerleşkeden hayli keskin bir siyasi tasarrufla cebren atılınca havaya atılmış taş gibi olduk. Havaya atılmıştık ama yerçekimi sanki yoktu… Öylece kaldık… Derneğin yerinden edilmesi bazılarını iyice uzağa fırlatırken bazı üyeler de birbirlerine daha yakın ve hatta omuz omuza durarak bu süreci atlatmaya çalıştık. Azalırken çoğalmak böyle bir şeydi işte. Bu “Karartma Günleri”nde ben Edebiyat Komisyonu’nda görev alarak dar boğazı aşmaya katkı vermeye çalışırken Fedai ile yakınlaşmamız da başlamış oldu. Dernek, etkinliklerini Tek Kapılı Han diye bilinen, Muratpaşa Belediyesi tarafından verilen bir yerde sürdürmek zorundaydı. İşte bu tarihi mekânın orta yeri çay bahçesiydi. Fedai ile sohbetlerimiz de burada başladı. Hayat ve sanat yolculuğunu öğrendiğimde duruş ve söylemindeki alışılmışın dışındaki ifade yapısının köklerini de görmüş oldum. Hayalim böylesi bir hayat ve sanat yolculuğunun ayrıntılarıyla bir kitapta toplanması ve geleceğe uzun bir mektup göndermekti.
“Olan ve olması gerekenler arasındaki farkı ayırt edemeyenler yanılgıya ve yenilgiye tutsaktır” ifademi hatırladım. Şöyle de diyebiliriz galiba… “Azı olmayanın çoğu olmaz”…  
 
Bu söyleşideki başlık “Heykele Feda Bir Can: Fedai BİRCAN” hayal ettiğim kitap için düşündüğüm isimdi. Bu ismi şimdi bir söyleşi başlığı olarak görüyorsunuz. Ama hayat sürprizlerle dolu bir yolculuk… Umarım bir gün Fedai ile uzun soluklu bir çalışmayla o ırmak söyleşiyi yaparım. Niye olmasın…
 


Fedai Bircan kimdir?
1963 yılında Burdur’un Çavdır İlçesi Anbarcık köyünde doğdu. İlkokulu 1972-73 döneminde bitirdi. Altı yıl Kuran Kursu’nda din eğitimi aldı. Ama devam etmedi. Özgürlüğüne düşkün bir genç olarak Antalya’ya gelerek mermerci çırağı olarak çalışmaya başladı. (1978) Çocukluğunda çamurdan yaptığı heykelciklerin yolunda hayatına devam etti. Eski yazı ve hat bildiği için mezar taşlarına kabartmalar, oymalar yaptı. Turizm sektörü için dekorasyon ağırlıklı oymalar, kabartmalar yaparken heykele geçti. “Bir Romalı 2000 yıl önce heykel yapıyorsa bir Türk olarak ben neden yapmayayım?” sorusunun yanıtı olarak heykel yapmaya başladı. Heykele başladığında anatomi bilgisi eksikliğini gördü ve Muratpaşa Güzel Sanatlar Kulübü’ne girerek anatomi ve heykel dersleri aldı. Buradan başarı ve takdir belgesi alarak mezun oldu. Dünyaca tanınmış heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından aldığı davet üzerine, projesi adı geçen sanatçıya ait altı metre boyunda bir Kibele heykelinin yapımını gerçekleştirdi. Bundan sonra klasik, özgün ve soyut mermer heykeller yaptı. Tek amacı olan tarihe mal olacak dayanıklı materyallerle eserler bırakmak için sanat yaşamına Antalya’da devam etmektedir.
 


Gazanfer ERYÜKSEL: Özgeçmişinizden kısa da olsa hayat yolculuğunuzun ana hatlarını öğrenmiş bulunuyoruz. Ama ben sormak istiyorum. Neden heykel?
 
Fedai BİRCAN: Doğduğum topraklardan tarih fışkırması beni heykele iten en eski kök diyebilirim. Aslen bir çiftçi çocuğuyum. Babamın ekip biçtiği topraklardan çıkan kırık kiremit parçaları, küp şeker biçiminde renkli taşlarla oynardım arkadaşlarımla. Dahası pınar özlerinde çamurdan hayvan heykelcikleri yapardım.  Toprak damın tavanında oluşan lekelerin içindeki figürlerden tutun da alacakaranlık arazide yürüdüğümde taşların, ağaçların heykel siluetinde bana görünmeleri… Dökülen suyun yaptığı lekelerin resim gibi görünmeleri… Şimdi geriye dönüp de baktığımda bu işler için yaratıldığımı düşünüyorum.
 
Gazanfer ERYÜKSEL: Türkiye’de heykel konusunda neler söylemek istersiniz?
 
Fedai BİRCAN: Türkiye’de heykel, sanat dalları içinde en garibi, en şansız olanıdır. Bilindiği gibi Osmanlı döneminde inancımız gereği heykel sıfır noktasındadır. Cumhuriyetten sonra devletin bakış açısı olumlu olsa da geleneksel kültürümüz nedeniyle sıkıntı devam etmektedir. Resmi kurumların talepleri sonucunda kalıp usulüyle bir modelden binlerce üretilerek okullara, belediyelere dağıtılmaktadır.  Turizm sektöründe çevre düzenleme amaçlı yine aynı şekilde alçı kalıp usulüyle dayanıksız eserler üretilmektedir. Gönül ister ki devlet ve belediyeler örneğin Fransa’da, İtalya’da olduğu gibi asırlarca kalabilecek taş ve seramik gibi dayanıklı materyallerden yarışma usulüyle projeler yapılmalıdır. Kentlerimiz ve meydanlarımız asırlarca kalabilecek sanat eserleriyle donatılmalıdır. Yetişen yeni kuşakların böyle bir görgü ile yetişmeleri sayesinde geleneğimizdeki heykel önyargısı aşılabilir. Türk toplumunun tarih boyunca geçtiği aşamaların açıkhava heykel müzeleriyle anlatılması çok yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
 
Gazanfer ERYÜKSEL: Bir sanatçı/birey olarak kendinizi ifade ettiğinize inanıyor musunuz?
 
Fedai BİRCAN: Sanatçı alışılmışın, dayatılanın karşısında durarak gösterilmeyeni topluma göstermeye çalışan biridir. Buradan yola çıkarak heykelin maddi bir gelir sağlamsının mümkün olmadığını düşünürsek, bunca yıldır heykel yapmam kendimi ifade etmede biricik tarz ve yaşam biçimi olmuştur. Heykel yaptıkça mutlu olduğunu görüyorum. Bir başka boyut ise bir gün öleceğini bilen bir canlı olarak zamanda iz bırakmaktır sanatçının amacı. Heykel yapmaya başladığında verili zamanın dışına çıktığımı ve kendimle sohbet ettiğimi görüyorum.
 
Gazanfer ERYÜKSEL: Türkiye’de ve Antalya’da Türk insanının heykel ve sanata bakışı ve yaklaşımından bahseder misiniz?

Fedai BİRCAN: Özgeçmişimde belirttiğim gibi İslam kültürü ile yetişmiş bir insanım. Yani bize heykelin put olduğu öğretildi. Devletin heykele bakışında bir olumsuzlama olmasa da yaygın genel kanı toplumun bakışını belirlemektedir. Halka çağımızda kendi yaptığı putlara tapmayacağını anlatmanın yolu ise yukarda da söylediğim gibi heykellerin yaygınlaşmasından geçmektedir. Topluma bunu göstermek lazım… Orhun anıtlarından taş damgalara Türk kültürünün tarihte iz bırakan eserinden hareketle kendi köklerimizi yaşatmak zorundayız. Bunun çağımızdaki ifade biçimi ise heykelden başkası değildir. Toplumdan dileğim her yapılan eser put değildir, var olma sebebimizdir, kendimizi bir ifade biçimidir.
 
Gazanfer ERYÜKSEL: Bu söyleşiyi bitirirken eklemek istediğiniz neler var?
 
Fedai BİRCAN: Benim sanat yolculuğum klasik anlamda bir eğitim süreci sonucu olmamıştır. Yolumu kendim seçtim, bu sanatı öğrenmek için çaba gösterdim. Devletin kendi olanaklarıyla yetişen insanlarımıza destek olacak bir kültür politikası olmalıdır. Şunu düşünün lütfen, plastik sanat eğitimi alan ama ressam, heykeltıraş, seramikçi olmayan kim bilir kaç kişi vardır. Bir de benim gibi o çerçeveden geçmeyen ama heykele adanmış yaşanan bir ömür var. İsterim ki benim biriktirdiklerimden ve yöntem farklarından gelecek kuşaklar yararlansın. İşte bu bilgi paylaşımı için geçirgen yapıların oluşturulması gerekiyor. Bu noktada üniversitelerden yerel yönetimlere önemli görevler düştüğünü söylemek isterim.
 
Gazanfer ERYÜKSEL: Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim.
 
Fedai BİRCAN: Ben de teşekkür ederim.