Fanatik kulüp taraftarlarının, amigonun sloganlarını koro halinde tekrar ettikleri malumumuzdur.
Aynı sosyal davranış biçiminin siyasete yansıması ise ülke genelinde söylem ve eylemde kargaşaya ve yaşamsal sorunlara yol açmaktadır. Bir nevi algı yönetimi…
Örnekleyelim mi?
“Sosyal demokrat” olduğunu söyleyen ne çok insanımız vardır. Ardından eklerler “Atatürkçüyüz!” ve hızını alamayıp “devrimci” olduğunu söyleyenler de vardır. Katıldıkları yürüyüşlerde “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”, “Tam Bağımsız Türkiye” vb sloganları da attıklarını duyarsınız… Bu fotoğraf, namaza durup istavroz çıkarmak (!) gibidir…
Dost sohbetlerinde söylerim, böylesi tiplere bir kâğıt verip, “Sosyal demokrasi nedir? Dünü ve bugünü hakkında neler söylersiniz?” desek ve yazılanları okursak çıkacak sonuç tam bir sefalettir.
İyi niyetlerinden hiç de şüphem olmayan bu insanlarımızın “öğretilmiş çaresizliğin” tipik örnekleri olduğunu söyleyebilirim.
İşte bu konuyu yazmak için gazeteleri okumayı bitirmeye çalışırken Mustafa Sönmez’in bir yazısı işimi kolaylaştırdı.
“ABD Sonrası, ‘Yeni CHP’ Devri Başlıyor” başlıklı yazıda Sönmez’in yaptığı sosyal demokrat tanımı her şeyi güneş gibi aydınlatıverdi. (06 Aralık 2013 Yurt Gazetesi)
“Kimileri, şimdiden CHP’nin ABD davetini kabul etmesini ve kendisini anlatmasını, hatta potansiyel müttefik olarak düşündüğü ‘FG Cemaati’ ile temaslarda bulunmasını, ABD emperyalizmine ve Cemaat’e teslimiyet olarak yaftalamaya başladılar. Bu kesim, CHP’ye olmadık payeler biçip, onun hakkında olmadık beklentiler besleyip, sonra bunlar neden olmadı, olmuyor diye dövünen şaşkınlardır. CHP, sosyal demokrat bir parti olmaya çabalıyor. Sosyal demokratlar emek yanlısıdırlar ama sermaye karşıtı değillerdir. İki zıtlığı uzlaştırmayı misyon addederler. Anti-emperyalizm gibi bir ilkeleri yoktur; dünya hiyerarşisini kabullenir, basamak atlamak isterler. Anti-kapitalist değildirler. Kapitalizmi yönetmeye taliptirler, emek iktidarı kurmayı tasarlamazlar; emeğe, bölüşümde biraz daha pay çıksın isterler, o kadar. CHP de bunları yapmaya taliptir, fazlasını değil. Siyaseten Türkiye’yi laisizme döndürmeyi, rayından çıkan güçler dengesini rayına oturtmayı, hiç olmasa AB normlarında bir burjuva demokrasisi tesis etmeyi hedefliyor.”
Bu ifadeyi sinek pislemedik bir yere yazınız… Şecaat arz ederken sirkatin söylemek işte böyle bir şeydir.
Sosyal demokrat partiler ki bazı ülkelerde sosyalist olduklarını da söylerler, emperyalizmin dünya sömürüsüne karşı çıkmayan, o sömürüden “biraz daha pay çıksın” isteyenlerdir. Bu çizgi, emperyalist ülkelerde kurulan iki ana parti terazisinde adeta otomatiğe bağlanmıştır. Egemen güçler yorulan futbolcusunu kulübeye alan teknik direktör gibi yıpranan partiyi muhalefete çekerek düzenlerini sürdürürler. Bu ülkelerde, 2. Paylaşım Savaşı sonrası dünya dengesinde Sovyetler Birliği etkeni karşısında verilen sosyal haklar 1990’da SSCB’nin çöküşünden sonra birer birer geri alınmaktadır. İki kriz arasında debelenen sara hastasına benzeyen kapitalizm, bu kez uzun sürecek bir krize düşmüştür. Ayrıca yükselen Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler ABD ve AB’yi yeni stratejiler aramaya yöneltmiştir. Müslüman Kardeşler, Ilımlı İslâm üzerinden yürütmek istedikleri 22 ülkenin sınırlarının yeniden çizilmesi projesi (BOP) tıkanmış, makas değiştirmek mecburiyeti doğmuştur. BOP’un başoyuncusunun kulübeye alınması için yeni bir oyuncunun ısındırılması zorunlu olmuştur.
Ne diyordu yazarımız?
“Anti-emperyalizm gibi bir ilkeleri yoktur; dünya hiyerarşisini kabullenir, basamak atlamak isterler. Anti-kapitalist değildirler. Kapitalizmi yönetmeye taliptirler, emek iktidarı kurmayı taslamazlar; emeğe, bölüşümde biraz daha pay çıksın isterler, o kadar.”
İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burasıdır. Hem sosyal demokrat hem de Kemalist/Atatürkçü olmak siyasetin söylemine de eylemine de aykırıdır.
Emperyalizme karşı dünyada ilk bağımsızlık savaşını kazanarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti gibi küresel çetelerin şehir devletlerine bölmek istediği bir ülkede herkesin takkesini önüne koyup bir karar vermesi gerekmektedir.
Nasıl namaz kılarken istavroz çıkartmak gibi bir davranış olası değilse hem sosyal demokrat hem de Atatürkçü/Kemalist olmak mümkün değildir.
Tarih, bakıp da görebilenler için ibretlerle doludur. Çok da uzağa gitmeye gerek de yoktur. ABD/AB’nin desteğiyle iktidar olan AKP şimdi o desteği yitirdiği için kulübeye gitmekle gitmemek arasında uzatmaları oynamaktadır.
Küresel çeteler için tek belirleyici, onların çıkarlarıdır. Bu çıkarları elde ederken, tedarikçilerinin forma renkleri hiç de önemli değildir. İlke “kazan-kazan”dır çünkü… Sosyal demokratlar ise emperyalizmin yedek lastiği olmaktan öteye geçememişlerdir. Kemalizm’in, Atatürkçülüğün olmazsa olmazlarından biri ise antiemperyalist tavırdır.
Kemalizm’in ilkelerinde “sosyal demokrasi” ile ifade edilen sosyoekonomik haklara karşı “Halkçılık” kavramını kullanmıştır. Niye mi? Hangi ülkede antiemperyalist bir mücadele vardır ki Batı’lı sosyal demokrat partilerin desteğini almış olsun? Onlar efendilerinin dünya sömürüsüne hizmet karşılığı “bölüşümde biraz daha pay çıksın” demekten öteye geçememişlerdir.
Ayrıca Batılı sosyal demokrat partiler, emperyalizmin bölmek için tertip peşinde koştuğu ülkelerde etnik temelde bölücülüğün ve her türlü gericiliğin “demokrasi”, “insan hakları”, “çok kültürlülük” vb teranelerle destekçisi olmuşlardır.
Türkiye’de hem sosyal demokrat hem de Atatürkçü olmanın açmazı buradadır. Cahil ve yarı cahil bırakılan kitlelerin en belirgin özelliği kolay yönlendirilmeleridir. Emperyalizmin ise her zaman bir A ve bir B planı olmuştur. Kendi planları olamayan toplumlar ise küresel çetelerin planlarının parçası olmaya mahkûmdurlar.
Meraklısı için ek: “Emperyalizmin Stepneleri” adlı yazımı okuyanlara hatırlatmak, okumayanlara ise önermek isterim.