Aşağıdaki yazı bir alıntı.

Yazanı belli değil.

Konusu bizim gibi azgelişmiş ülkelerin, azgelişmiş beyinli insanlarının yarattıkları anlamsız ve gereksiz kaos.

“Siz buna kıskançlık” da diyebilirsiniz, “çekememezlik” de…

Ya da “hazımsızlık”…

Ben “hazımsızlık” sözcüğünü daha doğru bulduğum için bu başlığı verdim yazıya.

Pek çok dünya liderlerinde, özellikle de bizim ve bizim gibi az gelişmiş toplumların liderlerinde sıkça gördüğümüz bu hastalık nedeniyle; huzur bulmakta zorlanıyoruz.

Üzerinde benim de biraz kalem oynattığım aşağıdaki yazıyı hele bir okuyun; bana hak vereceksiniz.

Yazı, bir öğrenci ile öğretmen arasında geçen öykücükle başlıyor.

“Öğretmen sorunlu öğrencisine; “ Neden arkadaşlarınla çekişiyorsun, neden onların yaptıklarını bozuyorsun?” diye sorunca çocuk, “En iyi ben olmalıyım, en başarılı ben görünmeliyim...” diye yanıt veriyor.

Öğretmen bunun üzerine tahtaya düz bir çizgi çiziyor ve soruyor.

- Bu çizgiyi nasıl kısaltabilirsin?

Kıskanç velet, hemen atılıp, çizginin bir kısmını siliyor.

- Silmek yok, diyor öğretmen…

Kıskanç velet, bu kez eliyle çizginin üzerini kapatıyor.

- Gizlemek de yok, diyor öğretmen.

!!??..

Öğretmen bakıyor ki başka yanıt yok; önce çizdiği çizginin altına, o çizgiden daha uzun bir çizgi çiziyor ve diyor ki;

- Başkalarının çizgisiyle uğraşacağına, sen ondan daha büyük bir çizgi çiz...

… …

Böyle bir şeydir işte hazımsızlık…

Kolay olanı, kendinden önce yapılanları hakir görmek ve göstermektir.

Ulaşamadığın ciğere, mundar demektir.

Bükemediğin bileği jiletle kesmeye kalkmaktır.

Uzak ve yakın tarihimizde öyle çok örneği vardır ki bu ruh hallerinin…

Örneğin, Büyük İskender’in, ‘ben başa geçinceye kadar bana fethedilecek bir yer bırakmayacak diye’ babası Philippos'u, çok kıskandığını söyler tarihçiler…

Ve o tarihçiler, ‘bilinen dünyanın yarısını alması, babasına olan hıncıdır aslında…’ derler…

Yine Sezar da İskender'e kızarmış, ‘benden önce her yeri aldı, bana kazanacak ülke bırakmadı’ diye.

Justinianus, Aya Sofya'yı bitirince; ‘Gör Süleyman, gör işte! Seni geçtim ey Süleyman!’ diye bağırmış. Aklı Süleyman'ın Kudüs’te yaptığı tapınaktaymış hâlâ!..

… …

Psikologlar da ‘Hitler’in bütün huysuzluğunun, Yahudilerin her konudaki çalışkanlığı ve başarısı…’ olduğunu söyler.

‘Neden Yahudiler böyle de; Ari Alman ırkı geri kalıyor?’ diye köpürürmüş Hitler. Bakmış daha uzununu çizemiyor; çizgiyi silmek için en gaddar metodu kullanıp, 6,5 milyon insanı kül etmiş ama yine de bitirememiş nefret ettiği insanların soylarını!

* * *

Roma’da; Damnatio Memorai, ‘hatıraların lanetlenmesi’ anlamına gelen bir deyimin olduğu söylenir…

Ölümlerinden sonra Sulla, Nero, Commodus gibi imparatorlara uygulanmış bu lanetleme eylemi!

Güya böyle yapılarak (lanetlenerek) bu imparatorların yaptıkları eserler, koydukları kanunlar, evleri barkları, mezarları, heykelleri ve yazıtları silinmiş, hiç yaşamamış olur imiş!

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…

Benzeri zırvalıkları kendi özel küçük dünyamızda da, ülkemiz genelinde de yaşıyor ve görüyoruz.

Günümüz iktidarı ve onun liderleri(!) de çok sık başvuruyor bu yönteme…

Her fırsatta, 1930’lu yılların liderlerine tatsız ve yakışıksız atıflarda bulunuyorlar.

O yılların koşullarıyla, olanaksızlıkları gerçekleştiren bir liderle; 90 yıl sonrasının değerlerini çarpıştırmanın altındaki hastalıklı psikoloji, en hafifiyle hazımsızlığın yarattığı ‘kıskançlık’ olmalıdır.

Onuncu Yıl Marşını duyunca, sinirlenenlerin;

İzmir Marşını duyunca, salonları terk edenlerin;

İstiklal Marşında ayağa kalkmayanların;

Ulusal Bayramlarımıza ‘faşist törenleri’ diyenlerin;

‘TC' leri silenlerin;

Andımızı kaldıranların;

Üniversitelerin, Hava limanlarının, Caddelerin, Stadyumların adlarını değiştirenlerin; Bilinçaltlarında, bitmeyen hesapların güdülediği hazımsızlık ve kıskançlık yatar.

… …

Oysa günümüz liderleri(!); yokluklar yıllarının, yani 1930’lu yılların yöneticilerine göre oldukça şanslıdırlar.

Önlerindeki yüksek çıta; onların da, ülkenin de ufkunu geniş tutmaktadır.

Bu gerçeği görüp, bir anlayabilseler, bir özümseyebilseler; 21. Yüzyılın olanaklarıyla, 1930’lu yıllarda çizilen çizgiden çok daha uzun ve kalıcı çizgiler çizebilirler.

Bu çizgileri çizip, 'Seni geçtik ey Mustafa '' diye bağırdıklarında da; bu durumdan; en çok, bu toprakları düşman işgalinden kurtarıp, bu ülkeyi kuran ve kendilerine bu ülkede lider(!) olma şansını veren ATATÜRK’ün sevineceğini bilirlerdi!