Görüldüğü gibi, İslam dini hiçbir canlıya eziyet ve işkence
edilmesine izin vermez. İnsan olsun, hayvan olsun her canlının kendine göre
hakları vardır. Bu haklara saldıranlar ve uymayanlar devlet tarafından, bu
mümkün olmazsa ahrette Allah tarafından cezalandırılır. Bu gerçeği
Peygamberimiz şu sözleriyle ifade etmiştir: " Şu bir gerçektir ki, öteki
hayatta hak sahiplerine bütün haklarını ödeyeceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun
kendisine vuran boynuzlu koyundan kısas yoluyla hakkını alacaktır.”
Hz.Peygamber hayvanların bakımı ile bizzat ilgilenmiş, bunu
bir küçüklük saymamış, sahip olduğu hayvanlara sırtındaki elbiseyle onların
yüzünü silecek kadar şefkat göstermiştir.
Ancak şefkat ve merhamettir ki canlı-cansız demeden,
cemâdâttan nebâdâta, zerreden küreye
bütün varlıkları “Allah’ın mahluku” olma etiketi altında birleştiriyor.
Enes bin
Malik’in küçük kardeşi
Ebu Umayr’ın bir
kuşu vardı, onu sever,
onunla oynardı. Bir gün
çok sevdiği kuşu
ölünce çocuk çok
üzülür. Durumdan haberdar olan
şefkat peygamberi (s.a.s.) Ebu
Umayr’ın evine gider ve ona: “Başın
sağolsun. Kuşun ölmüş.” der ve
başını okşayarak onu
teselli eder.
Acıma duygusu zayıflığın
değil, güçlü bir ruhun
göstergesidir. Merhametsiz bir kalbin
ilk kurbanı kendi
sahibidir. Bizim medeniyetimiz,
insan hayvan ayrımı yapmayan
bir merhameti ruhlara
nakşeden asil bir
inceliğe sahiptir.
Mimarimizdeki “kuş sarayı”
kavramı da bu derunî
güzelliğin yansımalarındandır..
Mekke'de haram bölgesinde bir hacı adayının kazara da olsa
devekuşu yumurtasına verdiği zararın cezası Peygamber tarafından her biri için
bir günlük oruç ya da bir yoksul doyurma olarak verilmişti. Aslında sadece
doğal hayatın değil, toplumsal ve sosyal hayatın da yasaları var.
Karşılıklı ilişkilerin hakkaniyetle
yürütülmesinin yolu yordamı da Rabbimiz tarafından öğretildi peygamberler
aracılığıyla. Bu bilgiler bütün insanları tarağın dişleri gibi eşit görmeyi,
sadece şu an yeryüzünde yaşayan insanların değil, gelecekte var olacak
insanların da hakkını hukukunu şimdiden teslim etmeyi gerektiriyor. Huzur ve
iyilik istiyorsak, herkes yerini, yurdunu, cürmünü, haddini bilmeli; yerlerin
ve göklerin adaletle ayakta durduğunu anlamalıdır. Yaşamak için hava ve su kadar
gereklidir bu dünyada adalet. Sayısız
mevcudatın sahibi olan yüce Allah, insanoğlunun en onurlu ve cümle yaratılmışla ahenkli bir
şekilde nasıl yaşayacağına dair ipuçlarını göstermiştir açıkça.
Peygamberimizin bu nasihatlerine binaen
Müslümanlar, bütün canlılara tarih boyunca merhamet ve hoşgörüyle
yaklaşmış, İslamın selametini SAADET
ASRI’na da imza
olarak atmışlardır.
Çevre denilen olgu bütün evrendir. Onu kuşatan yerler,
gökler, bitkiler, hayvanlar, taşlar ve gezegenler her birisi canlıdır, kendine
göre şuur sahibidir ve Yüce Rabb'imizi tesbih etmekle meşguldur. Tavafın yönü
gezegenlerin dönüş yönüdür bu yüzden. Bu ritme katılmak ve yaratılmışların
ahenk ve imanla döndüğü yörüngeye girmektir tavaf…
Bizler!..Çılgın materyalizmin, canlı-cansız demeden sadece
tüketmeye odaklı vahşi kapitalizmin zavallı mağdurları…Nasıl da hırpalandık,
tüketirken tükendik… Hayata
düşkünlüğümüz nispetince karardık...
Tüm dünyada ve ülkemizde vahşice katledilen doğanın,
hunharca öldürülen, işkence edilen,tecavüze uğrayan, sirklerde eğlence için
kullanılan, trafik kazalarında ezildikleri yerde ölüme terk edilen,keyfe keder
araştırmalara denek olan,horoz-köpek-boğa yarışlarında parçalanarak ölen,
hayvanat bahçelerinde teşhir için özgürlüklerinden edilen,sözde barınaklarda
dönemeyecekleri kadar küçük kafeslerde ömürlerini tüketmeye mahkum edilen,akıl
almaz, insanlık ayıbı toplu katliamların kurbanı hayvanların ahı mıdır acaba bütün bu yaşananlar ?...
Onlar bizim vefakar dostlarımız.Halini ifade edemeyen en
değerli yardımcılarımız.Biz insanlar anlamazsak hallerinden ya kim anlayacak
?... Onları sevmeyebiliriz belki ama mülkiyete tabi varlıklardan öte, ekolojik
sistemin bir parçası olduğu gerçeğiyle haklarına saygı duymak zorundayız.
İHRAMLARINIZI GİYİNİZ
!
İhram, takva
elbisesi, öncelikle insanlar arasında eşitsizlikler hükümranlıklar ve
boş kibre yol açan makam, servet ve rütbe farklarını bir anda sıfıra indirir.
Kalbinizin gücü, aklınızın sınırları ile karşılaşırsınız. Her türlü gösteriş ve
maskeden arınmış olarak kendi içinize dönersiniz ki bu ürpertici durum
neredeyse ölümle eşdeğer. İhram giymek ölmeden evvel ölmektir bu yüzden
Son bir mühletle yeniden dünyaya gönderilmiş ve bir kez daha
şans verilmiş bir insanın halidir bu. Kaybolup gitmiş, dünyanın parlak taşlar gibi
ışıldayan iğvaları karşısında varoluşun temel hedeflerinden uzaklaşmış olan
insan, uzaklardan eve dönecek ve varoluş hakikatiyle karşılaşacaktır. Güç
vehmettiği, karşılarında baş eğdiği insanların, karmaşık dünyevi güçlerin hepsi
geride kalmış ve doğum anındaki gibi
yalın bir halde, yegâne nimet verici olan Rabb'ine
yönelmiştir.
İhram giyen kişiye konan kimi yasakların başında Mekke ve
çevresindeki bitkileri koparmak, yeşilliklere zarar vermek vardır. Yanılıp da
bir yaprak koparırsa dalından, cezası vardır. Bu dünyadaki tek bir yaprağın
bile büyük kıymeti vardır çünkü. Nimetlerle, incitmeden, gereksiz yere
örselemeden kardeşçe iletişim kurulmalı, illa tüketilecekse saygıyla muamele
edilmelidir.
Rahmeti cihanşümûl peygamber bir gün buyurdu ki: “Nefsim
kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki,birbirinize merhamet etmediğiniz
müddetçe cennete giremezsiniz.” Sahabiler dedi ki: “Ya Rasûlallâh! Hepimiz
merhametliyiz.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Benim kastettiğim merhamet, sizin
anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhemetiniz değil, bilâkis bütün
yaratılanlara şâmil olan merhamettir.”
(Bkz. Hâkim, Müstedrek,IV, 185/7310)
Kainatın düzeni
sevgiye dayanır. Sevginin temeli de
şefkat ve merhamettir. Merhamet olmayan
yerde sevgi, sevgi olmayan yerde
şefkatten bahsedilemez.
zihinlerin öğrenilmiş merhametsizlikle kodlandığı bir
dünyada, fıtrata yabancılaşmalarımız, kendimizi hapsetmek için ördüğümüz
bencillik
duvarlarımız,ötelemelerimiz,ötekileştirmeçabalarımız,yargılamalarımız,dışlamalarımız
bizi biz de dahil sevgisizliğe,yalnızlığa,damla damla tükenişe mahkum ediyor.
İnsanların birbirine çok acımasız davrandığı bir dünyada,
hayvanlara iyi muamele konusunun çok öncelikli olmadığı akla gelebilir. Ancak
mümin, inancıyla,duygu ve düşüncesiyle,tutum ve davranışlarıyla ilkeli ve
tutarlı olmak zorundadır.Dolayısıyla,hayvanlara merhameti olmayanın,insanlara
da merhameti olmaz.
TBMM tarafından 2004 yılında çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası yaklaşık 8 yıldır
yürürlükte olmasına rağmen,hala bir arpa boyu mesafe alınabilmiş değil ne yazık
ki..
İçinde bulunduğumuz, kara
bulutlar gibi üzerimize
çöken ve cinnetlerimizin tohumu
şefkatsizlik ve merhametsizliğin sebeplerini
çağlarda, asırlarda, kadim
törelerde değil, paslı kalplerde, nasırlaşmış yüreklerde, lekelenmiş gönüllerde
aramak gerekir.
Evet!...En
basitinden en kompleks olanına
değin her olay bir ders ve ibret vericidir, ta ki, almasını bilene…4 Ekim
Hayvanları Koruma Haftası münasebetiyle kaleme aldığım bu konunun üç bölümdür
sürüyor olmasının tek bir nedeni var: YA
MERHAMET YENİDEN ARAMIZA DÖNERSE !...
Kendimizden
başlayarak,ailemizden,komşularımızdan,çevremizden,ülkemizden ve dünyadaki her
şeyden sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Merhamet, sorumluluk duygusuna sahip
kişilerde gelişen bir duygudur. Ve hiçbir yol,sevgi ve merhamet kadar bizi
Allah’a emniyetli bir şekilde ulaştıramaz.
Sizleri önü aydınlık
iyiliklerin peşi sıra
yürümeye davet ediyorum.
Bilmeden verdiği zarardan dolayı duasında, “tuyûr (kuşlar),
huşûr (haşerat), hayvanât hakkı için” Allah’tan af dileme duyarlılığına
sahip bir mümin olarak, belki Allah Resulü’nün sıkça yaptığı
bir dua bizim de elerimizden tutar ve rahmete, şefkat ve merhamete
kavuşturur:
“ Ey Nur olan yüce
Yaratan’ım ! Senin katından öyle
bir rahmet istiyorum ki, o rahmet vasıtasıyla
kalbimi doğru yola
ilet !..” (Tirmizi, Daavât 31)
- BİTTİ -