Bu sabah, ortalama 400 kilometre yükseklikteki yörüngesinde seyreden Uluslararası Uzay İstasyonunun çektiği ve Nasa TV’de yayınlanan büyüleyici dünya görüntülerini izledim. Pasifik okyanusu üzerindeki bulut oluşumları, gündüzün geceye dönüşmesi, uçsuz bucaksız çöl manzaraları, nehirler ve denizler muhteşemdi.
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni…
diyerek, 18. Yüzyılda bu manzaraları hayal eden Kul Nesimi’yi rahmetle andım.
Gökyüzünden çok güzel görünen dünyamızda maalesef,Türkiye’miz parlak bir görüntü vermiyor. Sanki geleceğimiz, gelmeyecek gibi umutsuzluğa düşüyorum.
Sokaklar Suriye’li mültecilerlerden, aç ve sefil çocuklarından geçilmiyor.
Ülkemizin geleceği adına potansiyel bir tehlike oluşturuyor Suriye’li mülteciler.
Osmancık’taki Koyunbaba köprüsü kitabesinde, köprüyü yaptıran Padişah 2. Bayezit
“Yaratıklar için sürekli sevinç ve mutluluk yoktur.” demiş.
Çok doğru bir tanımlama. Terör belası hayat ve mutluluk damarlarımızı tıkadı sanki. Her gün gelen şehit haberleri yüreğimizi yakıyor.
Sözleri Kâzım Ömer beye, bestesi Lem’i Atlı’ya ait çok sevdiğim şu Uşşak şarkıyı mırıldanarak teselli bulmaya çalışıyorum.
Günler geçiyor gönlümün ezvâkı tükendi, (Ezvâk= zevkler)
Sustum da hazin ruhumun feryâdı tükendi,
Bilmem ki gönül sen ne idin, sende ne vardı?
Ömrüm bitiyor aşkımın ilhamı tükendi…
Televizyonlarda aptal diziler ve aptal yarışma programları, basın ve medyada sevgili halkımızın hoşuna gidecek vıcık vıcık dedikodular, haberler ve yazılar can sıkıyor.
Okuduğum Hürriyet gazetesi, “Magazin Konseyi” kurmuş. Aptal dizilerde oynayan varoş dudaklı, uzun bacaklı kızların (bu tabir alıntıdır) ve yakışıklı gençlerin haftalık ve aylık aşklarını takip ederek sevgili halkımıza duyuruyorlar. Aynı gazetede bir de “Bay Polemik” var. Sürekli varsayımlarla ahkâm keserek ona buna sataşıyor.
Bir de, garip bir yarışma programıyla maceraperest gençleri yarıştıran ve benim stilim adlı bir programla yarı çıplak kızları gösteren bir kanal var ki, raiting rekorları kırıyormuş. Sevgili halkımın bu programları beğenerek izlemesi çok vahim bir durum ve çok acı bir gerçek.
Ayrıca, genç kızların ve bayanların caddede, sokakta, araba kullanırken ve hayatın her alanında cep telefonlarına gelen mesajları okuması ve cevap yazması çok garibime gidiyor.
Erkeklerin böyle bir anlık merakı yok ki, cep telefonlarını pusula gibi kullanmıyorlar.
Futbol sahalarında dövmeli ve sakallı futbolcuları da çok yadırgıyorum.
Küpeli ve dövmeli gençler ve bayanlar sanırım garip bir kimlik arayışı içindeler.
Hayatın bu garipliklerinden kaçarak Kadıköy yakasının akciğeri sayılan Selamiçeşme Özgürlük parkına sığınıyorum. Orada da binlerce çocuk çığlığından geçilmiyor.
Çocukları çok severim ama, bu kadar çocuk nasıl beslenecek ve nasıl eğitilecek diye düşünmeden edemiyorum.
Bu arada taraftarı olduğum Galatasaray’ın durumu da canımı sıkmaya başladı.
İki Rize maçında Galatasaray’ın beş puanı resmen çalındı. Rize’de maçın 91. dakikasında 3-2 önde olan Galatasaray 4-3 yenildi. İstanbul’daki maçta da 93. dakikada Rize’nin faul yaparak attığı gol sayıldı.
Sanki, hakemler ve birileri Galatasaray maçlarında iddia oynuyor gibiler!
Hakemler de mevcut durumlardan kendilerine vazife çıkararak Galatasaray’a vurmaya devam ediyorlar. Fenerbahçe maçında Podolski’nin golü ofsayt diye sayılmadı. Antalya maçında Eto’nun elle attığı golü dünya âlem gördü, her nasılsa hakemlerimiz göremedi!
20 Nisan 2016