Her ne kadar “Mart kapıdan baktırır, kazma-kürek yaktırır” diye bir atasözümüz varsa da, ayların mevsimlere paylaştırılmasını dikkate alacak olursak, kış mevsiminin son ayına girmiş bulunuyoruz.

Aralık, Ocak geride kaldı, Şubat’ın ardından ilkbahara gireceğiz; Mart, Nisan, Mayıs…

Bu yıl hayli sert bir kış yaşıyoruz. Son yıllarda göremediğimiz kadar “kar” gördük…Belki yeniden yağar…Hayli soğuklar yaşadık, yeniden yaşayabiliriz.

Mevsimler gelip geçecek elbette, yeter ki, barış ve huzur ortamı olsun, sağlık olsun…

İnsanların işi olsun, aşı olsun; başını sokacak yuvası, çoluk-çocuğunu geçindirecek geliri olsun.

*

Gazete haberlerine göre, ülkemizde 20-24 yaş grubundaki gençlerin yüzde 33’ü boşta…Yani, hem eğitim almıyor, hem de çalışmıyor.

Bu açıdan OECD ülkeleri arasında en düşük orana sahip ülke % 7 ile İzlanda imiş. Almanya’da bu oran % 9 olarak saptanmış.

İşsizlik, genelde ülkemizin en yakıcı sorunlarından biri. Gençler arasındaki işsizlik ise daha da vahim.

Hele de, çarşı-pazarın ateş pahası olduğu şu günlerde.

*

İşsizliğe karşı “Toplum Yararına Program” adı altında insanlara 9 ay süreyle geçici iş veriliyor.

Bir nevi sun’i tenef füs…En azından 9 ay için “ölmeyecek kadar” gelir temini…

Elbette bu “sosyal devlet” kavramının bir gereği.

Ama, şimdi yerden yere vurulan geçmişteki “erken emeklilik” uygulamaları da “sosyal devlet” anlayışının gereği olarak gündeme getirilmişti. Ya da “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” benzer gerekçelerle emeklilik haklarının verilmesini istiyorlar.

Mültecilere harcanan onlarca milyar doları ve “sosyal devlet” adına yapılan başkaca büyük harcamaları dikkate alınca, haksız da sayılmazlar.

*

Bu kış Çorum’un çok yağış aldığını sanıyorduk, barajlarda doluluk oranının yüzde 25’i geçemediğini öğrenince, doğrusu hayal kırıklığı yaşadık.

Gerçi, kar yağışının yeraltı kaynaklarını beslediğini ve önümüzdeki aylarda kaydedilecek yağışların durumu düzelteceğini varsayabiliriz, ama Türkiye’nin sanıldığı gibi su zengini olmadığı ve dünyayı gelecekte su savaşlarının beklediği gerçeğini hatırladığımızda, israf edilecek tek gram suyumuzun olmadığını akıldan çıkarmamamız gerekiyor.

*

Ne garip ki, ülkemizin belirli bölgeleri sele gidiyor, ama yağan yağmuru, akan seli depolama imkânını bulamıyoruz.

Malûm olduğu üzere, verimli tarım topraklarımız da denizlere akıp gidiyor.

Yine malûm olduğu üzere, Türkiye’de her yıl 1 milimetre üst toprak yok oluyor, bu toprağın yeniden yerine konması için 300-400 yıl gerekiyor.

Üstelik, arazilerin tarım dışı kullanımı nedeniyle, 1970’lerde 27 milyon hektar olan tarım topraklarımız 24 milyon hektara gerilemiş durumda.

*

Özetle, yaşamın üç temel ögesi; hava, su ve toprağı hoyratça yok etmekten vazgeçmek zorundayız artık.