30 Haziran 2017 tarihli "Evlerin Atık Yağları Belalı Bir İş" başlıklı köşe yazımda lavaboya dökülen kızartma yağlarının bir felaket oluşturduğundan bahsetmiştim.

Lavaboya dökülen yağlar insan sağlığı başta olmak üzere denizlere, göllere, akarsulara ve içme suyu kaynaklarına geri dönüşü olmayan zararlar veriyor. Kanalizasyonu tıkıyor. Çevreyi kirletiyor. Yeraltı su kaynaklarına sızarak doğal yaşamın dengesini bozuyor, balık ve diğer canlıların ölmesine neden olduğundan bu yağların geri dönüşümünün sağlayacağı yararları sıralamıştım.

Yine aynı yazımda; Aydın ilinin Ortaklar Beldesine bağlı Dere Köy'de yaşayan köy halkı yıl boyunca biriktirdikleri kızartma yağlarını bir araya getiriyor. Yağ önce suda kaynatılarak temizleniyor. Ardından beş Kilogram yağa bir Kilogram denk gelecek şekilde kostik dökülüp sabun kıvamını alıncaya kadar 5 - 6 saat daha kaynatılıyor ve sonrasında kuruması için kalıplara dökülüyor. İki gün sonra daha katılaşan sabun kesilip yeniden kurumaya bırakılıyor. Son olarak atık yağ getirenler getirdikleri yağ oranına uygun şekilde sabunları paylaşıyorlar. Bu suretle köy halkı bir taşla iki kuş vuruyor. Hem doğayı kirlenmekten kurtarıyorlar, hem de günlük kullanılabilen doğala özdeş sağlıklı bir ürün elde ediyorlar diye bu bilgiyi siz değerli okuyucularımla paylamıştım.

Geride bıraktığımız hafta sonu, bizim ailemiz için önemi olan, hem okul arkadaşım, hem de Rahmetli babamın ustası Muttalip ustanın torunu, değerli dostum Genel Cerrah Dr. Muttalip Gürsel, whatsapp üzerinden bana Prof. Dr.Ahmet Rasim Küçükusta'nın konuşmalarından yola çıkılarak hazırlanmış bir yazıyı gönderdi. Ben de dikkatimi çeken ve 2017 yılının Haziran ayında kaleme aldığım yazı ile ne kadar doğru bir noktaya temas ettiğimizi görerek köşeme taşımak istedim.

Okuduğunuzda bu yazı ile daha önce kaleme almış olduğum yazımın, sağlığınız ve doğamız açısından ne kadar önemli olduğunu göreceğinizi ümit ediyorum.

Yazımın başlığındaki söz, bir tıp profesörü olan Prof. Dr.Ahmet Rasim Küçükusta’ya ait. Yazı da aynen şu şekilde:

“Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, ülkemizin en değerli göğüs hastalıkları uzmanlarından biri. Yaptığı konuşmalarla, yazdığı yazılarla sağlık konusunda bilinen bütün ezberleri bozuyor.

Diyor ki Küçükusta…

Lütfen söylediklerini can kulağıyla dinleyin!

•Hastaneye giderseniz sizi zorla hasta ederler.

•Mr’ların yüzde 90’ı gereksiz yere çekiliyor.

•Kanser taramalarının çoğu kandırmaca… İnsanlar kendini kullandırmasın.

•İlaçların çoğu boşa veriliyor. Yüzde 37’si çöpe gidiyor.

•Antibiyotik yazan değil, yazmayan doktor makbuldür. Ama bizde tam tersi geçerli maalesef…

•Grip aşılarının etkinliği sıfır! Ben hayatta vurdurmam.

•Her yıl gereksiz yere binlerce biyopsi yapılıyor, röntgen çekiliyor.

•Leblebi çekirdek yer gibi anjiyo yapılıyor, stent takılıyor. Bunlar vücuda zarar veriyor.

Check-up kampanyaları gerçek bir tuzak

•Akciğer filmi vücudumuza zarar veriyor.

•İnsanlar kendiliğinden geçecek hastalıklar için kesinlikle hastaneye gitmesinler. Tahliller vücuda radyoaktif ışın veriyor. Gereksiz ilacın faydası değil, zararı var.

•Başlangıç diye bir şey uyduruldu. Hastalara alzheimer, reflü, astım başlangıcı teşhisi konuyor. Amaç hastayı boş çevirmemek… Başlangıç diye bir şey yok. Ya hastasın, ya değilsin.

•Kolesterol ilaçlarının tedavi yüzdesi çok düşük. Zararı daha fazla. Hayat tarzını değiştirmek ilaçtan çok daha etkili… Doğal beslen, hareket et, bu beladan kurtul.

•Nodül çok abartılıyor. Nodülün kansere dönüşme ihtimali çok düşük. Bunun için gereksiz tahlil ve teşhisler yapılıyor.

Vitamin hapları

•Vitamin haplarının sağlam insanlara hiçbir faydası yok. “Ben yorgunum” diye vitamin hapı alınmaz.

•Köpek balığı kıkırdağı ile kanser tedavi edildiği iddiası tamamen uydurma. Köpek balıklarının kansere yakalanmadığı düşüncesi de safsata. Bu hayvanlarda 40 çeşit kanser tespit edildi.

•"Bitkisel ilaçların hepsi masumdur, yan etkisi yok” düşüncesi doğru değil. Unutmayın; haşhaş, tütün, zehirli mantar da birer bitki…

Bu basit kurallara uymazsan…

•Tereyağı ve zeytinyağı tüketmedin… Ayçiçek yağı, mısır özü yağı, margarin ve trans yağ içeren ürünleri kullandın, ta ki organlarından biri iflas edene kadar…

•Bulaşık makinesine deterjan ve parlatıcı koyduğunda, o deterjanı ve parlatıcıyı yediğini fark etmedin.

•Deterjan yerine karbonat, parlatıcı yerine sirke koyarak hem sağlıklı hem de tertemiz bulaşıklarının olacağını önemsemedin.

•Evde basitçe kostik ve zeytinyağını karıştırıp kalıplara dökmek ve kendi doğal sabununu yapmak dururken, gidip içinde binlerce kimyasal bulunan sabunlarla her sabah yüzünü ve vücudunu yıkadın.

•Evini Arap sabunu gibi doğal yağlarla üretilmiş bir sabun yerine, temiz olsun diye çamaşır suyuyla sildin. O su buharlaştıkça soludun ve akciğer kanseri oldun.

•Yaşamını mahveden büyük şehirde egzoz gazı solumaya ve araba kullanmaya devam ettin.

•Doğal beslenmeyen hayvanları, sebzeleri, meyveleri ve tahılları yedin ve adına da “doğal beslenme” dedin.

•Denize lağım ve fabrika atıkları boşaltırken, o denizden çıkan balığı yedin, midyeleri yedin…

•Fast food’un her aşamasının zehir ve ölümcül olduğu bas bas bağırılırken sen tepsi kadar pizzaları götürüyordun, üç katlı hamburgerleri yuvarlıyordun.

•Evine naylon torba, naylon kıyafet, sentetik ayakkabılar ve terlikler soktun. Kıyafetlerinde sadece pamuk, bambu lifi, keten tercih etmedin.

•Sobayı attın ve evine klimayı ve bilumum elektrikli ısıtıcıyı koydun.

SONUÇ…

Sokaktaki her 10 kişiden üçü kanser.

Sen ya bu 3 kişiden birisin, ya da tüm bu saydıklarımı ısrarla yapmaya devam edersen, bir süre sonra 4’üncüsü de sen olacaksın.

Hadi seni geçtik de kardeşim, peki ya çocuğunun suçu ne?"

En güzel günler sizlerin olsun.