Behlül, Harun Reşit’e, efendim, bütün komşuları dolaştım, ateşleri yokmuş, bulamadım. Ateşin en bol olduğu yer cehennemdir. Gidip oradan alayım, dedim. Oraya gittim, malum çok uzakmış, geciktim. Neden ateşsiz geldin? Evet, cehennem meleği Zebani, (Cehennemden sorumlu melek) bana Behlül cehennemde senin ateşin yok. Aslında cehennemde ateş olmaz. İnsanlar buraya kendi ateşlerini dünyadan kendileri getirirler. Size ait burada bir ateş yok, dedi. Ben de eli boş döndüm, der.
Ve böylece Halife Harun Reşit’i düşünceye daldırır ve cehenneme ateşsiz gitmek gerektiğini anlatmak ister.
“NE EKERSEN ONU BİÇERSİN”
“Pelitten (meşe ağacının meyvesi) elma olmaz” sözleri kişinin çabasının sonucunu belirler. Nar, ateş, eken ateş biçer, nur eken de nur biçer.
Üçüncü serüven:
Koyun bacağından, keçi bacağından asılır. Yani her koyun kendi bacağından asılır atasözünün çözümü, deşifresi hakkında...
Behlül hazretleri zaman zaman Halife Harun Reşit’in İslam dışı yaşantısından onu çevirmek için onu uyarırmış. Onu günahtan korumak ister. Sen halife olarak yanlış yaparsan, diğer idarecilere ve halka kötü örnek oluyorsun diye halifeyi uyarırmış. Halife de kendi özel yaşamına bunu müdahale kabul eder, Behlül’e sonsuz bağlılığından onu da kırmak istemezmiş. Behlül’ü Birdane’ye sen bana karışma, keçiyi keçi bacağından, koyunu koyun bacağından asarlar. Sana ne günahımın cezasını ben çekerim, dermiş. Bunun üzerine Behlül bu sözün yanlışlığını suçun ve cezanın şahsa ait olduğu gerçeğine rağmen, kötü hareketin engellenmediğinde bütün topluma zarar vereceğini Harun Reşit’e kırmadan dökmeden anlatmak istiyor. Harun Reşit’in haberi olmadan, birkaç tane keçi ve birkaç tane koyun kestirip sarayın tavanına astırıyor.
Yaz gününün sıcağının da tesiri ile tavana kendi bacaklarından asılan keçi ve koyun etleri kokuyor ve sarayı sarıyor. Neticede kokunun sebebi olan sarayın tavanında asılan keçi ve koyun leşlerinden geldiği anlaşılıyor. Bunu kim yapmış olabilir, derken Behlül, “Ben yaptım, söyleyin halifeye her koyun kendi bacağından asılır, ama kokusu alemi rahatsız eder. Şahsın işlediği suçun cezasını elbette şahıs kendi çeker, ama aynı acıyı ailesi ve toplum da çeker. Kumarbazın, sarhoşun, uyuşturucunun, velhasıl her kötü işin kötülüğü sadece o kötülüğü işleyene değil, bütün çevreye zararı dokunuyor. Ormanı yakanı yakaladık ve cezasını verdik. Bitti mi? Hayır, ormanın yanmasının zararını düşünün, her türlü canlı kurt-kuş, böcek, insan, hayvan vs. gibi hepsi zarar görür. Söyleyin halife Harun Reşit’e, ben işledim, günah benim kime ne diyemez. Zararı pis koku gibi etrafa yayılır ve herkesi etkileyerek rahatsız eder. Hiç kimse suç işlemeye ruhsatlı değildir.” demiş.
Dördüncü fıkra:
“Bizim komşuların bizim hayallerimizden de haberi var” olayı. Behlül-ü Birdane hanımı ile oturmuşlar bir kış günü ocaklığa odun atıp ateşlemişler, ısınırken Behlül hanımına, hanım şimdi şu ateşin kovunda, olsa da bir yahni pişirsek, suyuna da ekmeği doğrayıp yesek ne hoş olur değil mi, demiş. Hanımı da elbette iyi olur, hatta biraz da suyundan komşulara da verirdik, demiş.
Biraz sonra evlerinin kapıları çalınmış. Tak tak tak... Behlül hazretleri kapıyı açmış, bir komşu çocuğu.
Behlül amca annemin selamı var. Pişirdikleri yahni sulu yemeğinin suyundan şu tasıma koysun da biraz versin diyor, demiş.
Behlül’ün hanımı efendi kim o? Ne istiyor, demiş.
Behlül-ü Birdana, hanımım, komşunun çocuğu yahni suyu istiyor, demiş. Kadın, iyi de biz yahni pişirmedik ki demiş. Bunun üzerine çocuk bacanız tütüyor ya demiş.
Behlül, hanım bizim komşular o kadar ferasetli ki bizim hayallerimizden bile haberleri oluyor, demiş.
Beşinci fıkra:
Bir gün Harun Reşit Bağdat sarayında önemli devlet meselelerini konuşmak üzere Divan’ı –danışma meclisi- toplamış. Konuları tartışırken bir kara sinek peyda olmuş. Halifenin yüzüne konmuş. Def etseler de yine geliyormuş. Divan üyeleri hademe ve haşemeler seferber olmuşlar ve sineği yakalayamamışlar. Sinirlenen halife orada bulunan Behlül’e, Behlül, Allah cc. bu mendebur sineği niye yarattı, demiş.
Behlül’ü Birdane hazretleri, sözünü çekmeden sizin gibi kibir ve gurura kapılanların kibirlerini kırmak için yarattı. Bu kadar insan minnacık bir yaratığa güç yetiremiyor, anlasana neyine kibirleniyorsun, deyivermiş. Kaynayan ve taşmak üzere olan süt kazanına dökülen bir avuç suyun sütü foss diye indirdiği gibi Divan’da ortalık femferah oluvermiş. Bu önemli bir gerçektir.
Hz. İbrahim A.S.ı öldürmek üzere koskoca bir ordu ile saldıran Nemrud (Babil Kralı) Allah’ın gözle görülebilen en zayıf varlığı olan sivrisineklerin hücumuna uğramış. Koskoca ordu mahvolmuş ve Nemrut bir topal sineğin Nemrut’un burnundan girip beynine yerleşmesi sonucu Nemrut’u gebertmiştir. Bu saraydaki sinek olayı çok kibirli ve gururlu olan kibirinden yere bakmayan Abbasi halifesi olan Me’mun için de anlatılır.
Bakara suresinde Allah kudreti göstermek için sivrisineği size misal veriyor buyurulmuştur. Kur’an muciz insanlar acizdir. Hulukal insanü zaiyfa, İnsan aciz yaratılmıştır. Gücü yetmeyince boyun büker. Eline fırsat geçince isyan eder buyurulması da bize örnektir.
Behlül hazretlerinden başka bir olay:
Harun Reşit kardeşi olan meczup Behlül’ü meşgul olacağı bir iş arayışına girer ve vezirlerine sorar. Onlar da ticaret yapsın, belki karlı bir iş yaparsa akıllanır, demişler.
Atlar, develer yüklemişler, eşyalarla Behlül’e vermişler. Götür bunları şehir kasaba ve köylerde sat, kazancı saraya getir demişler.
Behlül bunları alıyor, götürüyor, köyün kasabanın fakir halkına dağıtıyor. Deniz kıyısına varıp, ulu Allah’a el açıp dua ediyor. Ey denizde yaşayanlar bana inciler, elmaslar getirin diye bağırıyor. Keramet ehli olan Behlül’ün bu arzusuna cevap veren balıklar ağızlarına inciler, mercanları alarak getirmişler. Bunları çuvallara dolduran Behlül saraya getirmiş, teslim etmiş.
Vezirler sevinerek halife Harun Reşit’e Behlül akıllandı, büyük bir servet te getirdi, demişler. Olayı gören halife, çok sevinmiş ve daha güçlü bir kervan düzüp, Behlül’e bunları sat parasını getir, sen çok akıllı iyi kar eden bir tüccarsın demiş. Yüklü olan develeri ve atları alan Behlül ,bunları götürmüş, fakir fukaraya yoksullara dağıtmış. Çuvallara da toprak doldurup saraya dönmüş. Çuvalların toprakla dolu olduğunu gören vezirler ve halife, bu ne hal deyip Behlül’e çıkışmışlar. Behlül “Altın akçe, ince mercan ile doymayan gözleri ancak toprak doyurur, onun için size lazım olanı getirdim” deyivermiş.