Bu ilginç fıkraları herkesin okuyup ibret almaları, hikmetlerini yaşamaları dileğiyle...
Harun Reşit Irak’ta, başkenti Bağdat olan Emevi devletinin yıkımı üzerine kurulan Abbasi devletinin en muhteşem saltanat süren halifesi, kralıdır. İslam ilim, sanat ve medeniyetinin en ileri seviyede dünya sahasında boy ölçüştüğü Yunan Grek medeniyetine ait ilmi ve felsefi eserlerin Arapçaya çevrildiği, batı düşüncesinin, Hıristiyan kültürünün ilmi yolla İslam medeniyeti ve kültürü ile buluştuğu bir tarihi zaman dilimidir İslam tarihinde Abbasi dönemi.
Bağdat şehrinde muhteşem saraylar... Saraylarda ilim ve sanat adamlarının değer bulduğu, ilim adamlarının vezirlerden üstün tutulduğu bir dönemdir. İmamımız Ebu Hanife Hazretleri Emevilerin son dönemi ve Abbasilerin ilk başlangıcında Halife Me’mun ve Mütasım zamanında yaşamış. Kadı-ül Kudat, Baş kadılık – Adalet Bakanlığı- fetva kurumu başkanlığı gibi çok önemli görevleri kabul etmediği için Halife Me’munla yıldızı asla barışmamış ve maalesef bütün alimlerin olmak için can attıkları olmadık entrikalara girdikleri bu makamı reddettiği için işkence ile mahpushanede şehiden can vermiştir. Lakin, İmam-ı Azam kadar güçlü ilim sahibi olan öğrencileri Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammet, İmam-ı Züfer gibi mutlak müçtehit, sözü dinde kanun olan alimler Abbasi devletine manevi ışık olmuşlar. Hatta Ebu Yusuf, Harun Reşit’in saltanatı boyunca ona başdanışmanlık ve başkadılık yapmıştır. Bu konuda Harun Reşit’in bu alimlere gösterdiği saygı ve sevgi, verdiği önem, ilmin inkişafına, din ve müsbet ilim bilginlerinin artmasına neden olmuştur.
İmam-ı Yusuf’un atının eğeri altınla kaplı, özengileri gümüşten, at üstünde Bağdat caddelerinde gezerken, halk imrenirmiş. Bir alim olarak bu bir israf değil midir, diyenlere, Ebu Yusuf, gençler bana imrensin, alim olsun , yetişkinler beni görsün de çocuklarını ilme özendirsin diye böyle yapıyorum, dermiş. Hanefi mezhebi, Şafi, Maliki ve Hanbeli dahil İslam itikadını her türlü sapık, yanlış ideolojilerden güçlü savunmaları ile korumuşlar. Hanefi Mezhebi dünyaya Abbasiler zamanında yayılmıştır. Bugün dünyadaki 2 milyar müslümandan 750 milyonunun Hanefi mezhebinden olduğu bilinmektedir. Özellikle Irak, Suriye, Anadolu Türk ülkeleri, Orta Asya, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya ve Afrika ülkelerinin bir kısmının müslüman halkı Hanefidir.
Bunun sağlanmasında Emevi, Abbasi, hatta Selçukilerin de rolleri çoktur.
Harun Reşit çok zengin ve güçlü Abbasi devletinin en muhteşem devrinin halifesidir. Dillere destan saray eğlenceleri, Avrupa ortaçağ karanlığı krallarını imrendirecek kadar görkemli imiş. Hatta o zaman Harun Reşit yeni icat edilen görkemli çalar saatini İngiliz kralına hediye etmiş. Bu olay o zaman müslümanların teknoloji harikası diye İngiliz kraliyet sarayında halkın beğenisine sunulmuş ve o zaman da bu olay büyük alaka uyandırmıştır.
Behlül-i Dânâ ise kaynakların beyanına göre kimisi Harun Reşit’in meczup, veli, kendini deliliğe vurdurmuş görünümlü, bir Allah dostu. Kimine göre ise Harun Reşit’in çok itibar ettiği çok ağır eleştirilerine rağmen saygı duyduğu mihmandarı, mürşidi, yol göstericilerinden birisidir. Sarayda yaşar. Gayet sade asude yaşar. Madde ile irtibatı sadece yaşayacak kadar olan bir Allah dostu olarak bildirilir.
İşte Harun Reşit ile Behlül’ün bir çok ilginç serüvenleri vardır. (Bizim Nasrettin Hoca, Yunus Emre gibi toplum bilgesi gibi) kendilerine birçok ilginç olayların isnat edildiği bir kişidir.
Şimdi bu serüvenlerden ilginç olanlarından bazılarını kıymetli okurlarımıza sunarak bilgilerini tazelemek, ibretle hikmetleri göstermek için bu konuyu ele alacağız. İnşallah faydalı olur.
Birinci olay:
Asrın en zengin hükümdarı olan Harun Reşit, zekatını dağıtmak üzere Behlül-i Birdane’yi vekil tayin ediyor ve tembih ediyor. Bu zekatını fakir, yoksul, muhtaç olanlara dağıt diyor. Behlül bu görevi alırım, ama benim işime karışma diyor, anlaşıyorlar.
Malum ola ki, Behlül kendi halinde yaşar, herkesle düşer-kalkar, halkın sevgilisi toplumun son derece itibar ettiği bir Allah dostudur. İnsanların zihinlerindeki niyetlerini okur, halkın iç dünyasına vakıf bir velidir. Zekat atlara ve develere yüklenir. (Nakil ve eşya olarak) yola koyulur. Her gittiği yerdeki zenginleri bulup eşya ve paraları zenginlere dağıtır. Bu durum, yani zekatın fakirlere değil de zenginlere verildiği haberi Harun Reşit’e ulaşır. Üzülür, ama bunun bir sebebi olmalı. Behlül’ün buna dair bir cevabı olmalı der.
Behlül Bağdat’a zekatı dağıtmış olarak dönünce, canı sıkılan Halife Harun Reşit ne yaptın Behlül, der. Hakikaten delisin halk sana deli diyorlardı. Haklılarmış. Niçin zekatı fukaraya değil de, zenginlere dağıttın, der. Ben gerçek fakirleri bilirsin diye seni seçtim, deyince, Behlül gayet sakin ve bilge bir eda ile, Padişahım, ülkemizdeki insanların kalplerine nazar ettim. Bu ülkenin gönüllerinin en aç olan insanlarının bunlar olduğunu gördüm. En muhtaç ve aç olduklarını gördüm ve zekatı onlara verdim. İnsanların gönülleri, ruhları aç ise hiçbir madde onu zengin kılamaz. R.SAV.in buyurduğu gibi, böylelerine ‘bir dere dolusu altın’ı versen, ikinci dereyi ister, üçüncü dere dolusu altını elde etmeye çalışır. Gönlü aç fakir olanın bedeni asla doymaz buyurduğu ne kadar doğru buyurmuş der.
Böyle bir hikaye de bizim Anadolumuzun yetiştirdiği Nasrettin Hocamıza isnat edilir.
Nasrettin Hoca cami avlusunda zekat dağıtıyormuş. Hep de zenginlere veriyormuş. Durumu farkeden bir dostu Nasrettin Hoca’ya, neden zekatı zenginlere veriyorsun. Halbuki zekat fakire verilir, deyince, Nasrettin Hoca hazır cevaptır: Dostum sen Allah’tan cc daha iyi mi biliyorsun. Allah bile zengine veriyor, görmüyor musun, demiş. Tabii ki bu eseridir.
İkinci olay:
Çok eski zamanlarda ateş temin etmek en zor işlerdenmiş. Çakmak ve kav denilen tutuşturucu ile çakmak taşlarını birbirine vurmak suretiyle taştan çıkan çıngılar kavı tutuşturur, üfleyerek çıralar tutuşturulur, elde edilen ateş kor halinde küle gömülürmüş. Komşular birbirlerinden ödünç ateş alırlarmış. İşte böyle bir durumda Harun Reşit bazen merakını gidermek, bazen de ihtiyaçtan kardeşi veya özel dostu olan Behlül-i Dânâ hazretlerine Behlül ihtiyaç oldu ateş lazım, komşulardan ateş bul da gel, diyor. Behlül gitti, gelmez. Gitti gelmez. Uzun zaman sonra ateş bulamamış, eli boş olarak döner. Harun Reşit bunca zamandır bir parça ateş bulamadan eli boş döndün, neden, demiş.
(SÜRECEK)