Geçen hafta kaleme aldığım yazımda 1970 yılında, Fransa'nın Paris şehrinde yaşadığımız av tüfeği alma maceramız siz değerli okuyucularımdan büyük ilgi gördü.

Gösterdiğiniz ilgi ve teveccühten cesaret alarak ilginç bulacağınızı düşündüğüm anılarımı siz değerli okuyucularım ile paylaşmaya karar verdim. Şimdi onlardan biri ile başlıyorum.

Halit Hamoğlu ve Hasan Saraçoğlu; Türkiye'de yanlarında çalıştırdıkları işçilerden, Avrupa'ya gitmiş olanlardan bazılarının adreslerini almışlardı. Bu durum işimize çok yaradı.

benim de Çorum'dan tanıdığım Türkler Köyü kökenli Abdullah'ın adresi vardı.

Adresi bulmak için yola çıktık. Adreste irice yazılmış bir kelime vardı. En altta da 0SS yazıyordu. Biz onu rakam, kelimeyi de şehir sandık. İrice yazılmış kelimenin benzerini haritada bulduk. Adresteki şehir diye oraya girdik. Küçük bir şehirdi. Şehrin dışında, yolun iki kenarında bir çiftçinin kendi tamirat işlerini yaptığı bir bina ile karşısında evi olduğunu tahmin ettiğimiz bir bina daha vardı. Burada karşılaştığımız adama adresi sorduk. Adam arabamıza binip, bizleri Türk işçilerin bulunduğu bir yere götürdü. Adresi onlara da gösterdik.

Günlerden Pazar'dı. Elinde bıçakla yemek hazırlamaya çalışan bir yurttaşımız adresten bir şey çıkaramadı. Ayrıca bizi oraya götüren Hollandalı için; "Bu köylü. Daha bilgili birini bulun!" dedi.

Adam bizimkinden hayır çıkmayacağını anladı. Evine dönmemizi, hanımı ile aradığımız tarafa gideceğini, bize yolu gösterebileceğini işaretlerle anlattı.

Eve döndük. Hanımını arabasına aldı. Önümüze düştü. Bizi bir dört yol kavşağına kadar getirdi. Harita da 0SS şehrini gösterdi. Adreste görünenlerin rakam değil harf olduğunu anlatmış oldu. Eliyle gideceğimiz istikameti gösterdi.

Yola devam edince Oss şehri ve bu şehirde; duvardan duvara halılar yapan fabrikada çalışan 15 kadar hemşerimizle karşılaştık.

Bizi çok iyi karşıladılar. Kendi şefleri Hollandalı karı-koca ile tanıştırıp, birlikte akşam yemeği yememizi sağladılar.

Ben kendilerine, "Sizde büyük gelişme olmuş. Kültürlü insanlar haline gelmişsiniz. Eşlerinizi de getirin buraları görsünler" dedim. Bu önerime kendileri ve birlikte seyahat ettiğim yol arkadaşlarım katıla katıla güldüler.

Yemekten sonra çay eşliğinde sohbet ederken,"Para gönderelim. Bizim ortak olacağımız bir tuğla fabrikası kurun. Yakınlarımız veya biz geri dönüş yaparsak çalışırız!" dediler. Ben,"Bu yaptığınız teklifi almak için dolaşan bir çok insan var. Sizlerin burada olan teknolojisini ülkemize getirebileceğiniz çok iş var. Siz, bize değil de öyle şeylere bakın! Ben biraz önce tuvaletten geldim. Orada rezervuarda klozete inen, plastik kökenli olduğunu tahmin ettiğim bir boru gördüm. Türkiye'de o aşama henüz gerçekleşmedi. Kurşun boru kullanılıyor. O konuyu inceleyip, bu ihtiyaca yönelik bir işletme kurarsanız daha iyi bir yatırım yapmış olursunuz!" dedim.

Onlar yine de bir tuğla fabrikası kurdular ve başarısız oldular.

Gelelim bana;

Hani "Kurt bildiği dereye kaçar!"diye bir deyim vardır ya, çok doğru. ENKA firmasının başlattığı PVC boru işini üç sene önce başkalarına öneriyorum. O işe Fırat boru ve başka katılımlarla boru üretimini geçip, pencere yapımına kadar üretimlerini genişleterek, devleştiler. Ben işi başkalarına öneriyorum, kendimi tuğla kiremide zorluyorum.

Osmanlı, Anadolu halkına bi-idrak (algılaması yok) dermiş.

Zaten ENKA firmasının kurucusu Şarık Tara Balkanlardan gelme.

kültürünün sanayi kökeni yok gibi. Bu açığı anlamak ve kapatmak için çalışmak gerekiyor.

En güzel günler sizlerin olsun.