Mübarek Ramazan Bayramı öncesi “Bayramların kişisel ve toplumsal olarak önemi” üzerinde durmuştuk.

Bu konunun devamı niteliğinde olmak üzere, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını güçlendiren unsurları, tarihten örneklerle anlatmaya çalışacağız.

Değerli kardeşlerim,

Bu dünyada Hz. Muhammed (S.A.V.) hariç hiçbir insan kusursuz değildir. Hatta Kehif Suresi’nin 110. Ayetinde Resulallah SAV, “Ben de bir beşerim, insanım. Sizin gibiyim. Ancak bana vahiy geliyor, farkım bu” buyuruyor.

Öyle ise herkes hata yapabilir. Suç ve günah da işleyebilir. Günah, hata, suç işlemek insanın geninde vardır. Mühim olan, hatanın, günahın, suçun farkına varıp onu terketmek, tevbe edip özür dilemektir.

Hatada ısrar, hataların en kötüsüdür. Hatadan dönmek ise erdemdir, üstünlüktür. Yüce Allah, bunu bir çok ayetinde bizlere bildiriyor.

Örneğin; Tahrim Suresi’nin 8. ayetinde: “Ey iman eden, inanan müminler! İşlediğiniz günahlara toptan tevbe edin. -Nasuhan- bir daha o günahlara dönmemek üzere, nasuh tevbesi yapın. Umulur ki, Allah sizin tüm günahlarınızı affeder. Kötülüklerinizi örter ve sizleri içinden ırmaklar akan ebedi cennete kor” buyuruyor.

Ayrıca Zumer Suresi’nde; “Allah’ın affetmeyeceği bir günah yoktur.” Zumer 53. ayet, R.SAV. efendimiz; “Bütün Cuma hutbelerinde okunan meşhur bir hadislerinde “Günahına tevbe edenler hiç günah işlememiş gibidirler.” Buna benzer daha birçok ayetler ve hadisi şerifler vardır ki; tevbenin sayesinde müminlerin pak bir ruha kavuşacaklarını bildirmektedir. Durum böyle olunca, yüce Allah asi ve günahkâr kullarını böylesine bağışlarken, insanlara ne oluyor ki, birbirlerine karşı yaptıkları hataları ve kusurları bağışlamıyor ve onları hoşgörmüyorlar! Değil mi ki, işte bayramlar hoşgörü, af, bağışlama, barışma, kaynaşma, kucaklaşma günleridir.

Bir toplumda ana-baba-evlat-kardeş-eş-dost-akraba kim olursa olsun aralarında gerek sosyal-siyasal ve ekonomik nedenlerle husumet, dargınlık, hoşnutsuzluk varsa orada huzur olmaz, barış olmaz, bayram olmaz. Öyle değil mi?

Öyle ise bayram günleri barışma günleridir. Mekkeli müşrikler cahiliye devrinde R.SAV.e yapmadıkları kötülük, düşmanlık, işkence hatta (defaatle) suikast bırakmamışlardır. O Allah’ın seçkin kulu Hz. Muhammed SAV. Mekke’nin fethinden sonra her biri bir deliğe giren düşmanlarına şöyle hitap etmiş ve onları bağışladığını bildirmiştir. Bütün Mekke müşriklerini Kabe’de Safa tepesinde toplamış, binlerce düşmanına şöyle seslenmiştir: “Ey Kureyş topluluğu. Şu anda benim için ne düşünüyorsunuz” diye haykırmış. Binlerce Mekkeli azılı müşrikler mağlup, boyunları eğik bir halde; “Ey insanların en şefkatlisi ve merhametlisi olan Muhammed SAV. senin yerinde başka birisi olsa bizim hepimizin boynunu vurur ve canımızı cehenneme gönderir. Ama sen bunu asla yapamazsın. Çünkü sen Allah’ın sevgili peygamberisin, en seçkinisin, en merhametli olanısın. Sen bir sineği bile öldüremezsin, acırsın. Allah seni bize üstün kıldı.”

Bunun üzerine Hz. Muhammed SAV. onlara şöyle dedi: “On senedir bana ve inananlara bu dünyadaki en kötü zulümleri yaptınız. Ama bugün ben sizlere şunu diyorum; Kendisini kuyuya atan kardeşlerine karşı Hz. Yusuf’un dediğini diyorum. Yani, bugün sizi affediyorum. Umarım rabbim de sizi affeder.”

Defaatle kendisini öldürmek isteyen, ambargo koyup kurumuş hayvan derilerini yiyecek duruma sokmuş, asi, zalim insanları böyle bağışlamıştır. Bizler de o peygamberin ümmeti isek, bunu insanlara karşı yapmalıyız. Kendimizi günah ve vebalden , insanları düşmanlıktan, kinden kurtarıp, kardeşliği tesis etmeliyiz ki, bayram bayram olsun. İslam’da sebep ne olursa olsun, dargınlık ve küskünlüklerin şeri müddeti 3 gündür. En güzeli ve asıl olanı ise ıslak bir tülbentin Ağustos sıcağında kuruması için geçen zaman kadardır. Varın gerisini siz düşünün. İşte İslam bu, Müslümanlık bu... Ama Müslümanlar nasıl... Kendimize yazık ediyoruz. Şeytanın bize yapamadığını biz bize yapıyoruz. Ondan sonra da Müslümanlıktan söz ediyoruz. R.SAV.in ve onun kutlu arkadaşları sahabilerin tavrı İslam’ın emri ne ise ona teslim olmaktı. Yüce Allah’tan bir emir geldiğinde en ufak bir tereddüt söz konusu olmadan harfiyen icra edilirdi. İçki yasağı gelince Medine sokakları evlerde bulunan şarap küplerinin sokaklara dökülmesi nedeni ile Medine sokakları sele dönmüştü. Emirler ve nehiyler, yani yasaklar böyle uygulanırdı. Bizler bugün inanıyoruz ama, inandığımızı yaşamıyoruz. Hata buradan başlıyor. Günahı ne olursa olsun, İslam af dileyenin affını ister. R.SAV. ve yüce halifeler ve adil yöneticiler, gerçek alimler, arifler ve Allah dostlarının tavrı budur. Çünkü bu ulu Allah’ın en büyük sıfatlarından biridir, “Gafurun Rahimun” İşte bayramların huzuru bu temel düşünceye dayanır. Affedeceksin. Yoksa tabir caizse kağnı değneği gibi sürünmeye devam ederiz. Dargınların, küskünlerin barıştırılması, husumetin düşmanlığın ortadan kaldırılması ile ilgili son sözü kainatın efendisinden dinleyelim: R.Sav. buyurur: “Size namazdan, oruçtan ve sadaka olandan etkili ve hayırlı bir şey haber vereyim mi; Dargınların arasını bulun. İnsanların arasını bozmak, huzurun, sevginin kökünü kazımaktır. Küsleri barıştırın ki, topluma açılan kötülük kapılarını kapatın. Toplumun ıslahı kişilerin arasının ıslahına bağlıdır. Allah’tan korkun. Kardeşlerinizin arasını düzeltin,” buyurmuştur.

“Bir mümin kardeşine bir yıldan fazla dargın durmak, o kardeşinin kanını akıtmış, yani onu öldürmüş gibidir” buyurdular.

Bayramların ana unsuru olan sevgi, saygı, hoşgörü, bölüşüm, paylaşım ve özellikle de barışın, af, bağışlamanın en yüce örneği olan Hallacı Mansur olayı ile yazımızı sonlandıralım. Umarım çok beğenecek ve etkileneceksiniz...

Mansur: Nefsini aşmış, insani ve şeytani zaaflardan tamamen arınmış, Allah’ın evliya kullarından bir velidir. H.309-M.922 tarihinde (244-858) İran’ın Tur şehrinde doğmuş, köklü bir ilim tahsili yapmış, pamuk, yün atıcısı anlamına gelen Hallac adı ile anılmış (çünkü sanatı yün atıcı) İslam tasavvufunun en ulularından bir Allah dostudur. Abbasiler devrinde Bağdat’ta çok yaşamış, İslam beldelerini gezmiş, Hindistan’da bulunmuş, peşine düşen insanların çokluğu Abbasi halifelerinin dikkatini çekmiş, uydurma bir suçla -enel hak- davası nedeni ile yargılanmış, Abbasi veziri Hamid B. Abbas tarafından idam isteği ile son kez hakim huzuruna çıkarılmış. Maliki Kadısı (Hakimi) Ömer b. Muhammed b. Yusuf El Ezdi tarafından idama mahkum edilmiş. Abbasi halifesi olan Muktedir Billah’ın tasdiki ile önce kırbaçlanmış, sonra idam edilmiş. Cesedine işkence uygulanmış. Kesik başı Dicle köprüsüne asılmış, maalesef “enel hak”, hak benim, doğru olan benim anlamına gelen bu sözü ben Hakk’kım, yani Allah’ım anlamına yorumlamışlar, siyaseten idam etmişlerdir. Sonra da büyük bir zulüm yapıldığı anlaşılmış ve iadei itibar edilerek türbesi yapılmış, saygın bir Allah dostu olarak İslam tarihinin tozlu sayfalarında yerini almıştır. Hallacı Mansur büyük bir alim, yüce bir tasavvuf eri, Allah dostu, ilahi sırları ve ahlaki umdeleri fiilen yaşamış ve halka, hali ile kerameti ile isbat eden, inandığının ötesinde yaşamına bilgisini ve inancını yansıtan bir din ulusudur. (SÜRECEK)