Halk sustuğunda, iktidardakiler ve çıkarcı işbirlikçileri amaçlarına, ideallerine ulaşma yolunda geniş bir hareket alanı elde ederler.
Yönetenlerin, hırslarını, ideallerini gerçekleştirmek için suskun halklara ihtiyaçları vardır. Halk ne kadar suskunlaşırsa işleri, keyfi uygulamaları o denli kolaylaşır.
Halkı susturmanın, suskun tutmanın en önemli yöntemi, toplumun çoğunluğunun hassas olduğu konuları gündemde tutmak, bu hassasiyetlerin çağdışı olduğuna bakmaksızın bir yaranma, kabul görme ve takdir edilme amacıyla hayata geçirilmesini sağlayarak desteklerini alacakları bir iradeyi oluşturmaktır. 
Eğer hatırı sayılır bir destekçi kitlesine sahipseniz ve üstelik bu kitle dinsel bir yapıdaysa, inançlarının temsilcisi olarak gördükleri yönetenleri kutsallaştırmaları da olağandır.
Artık yapılması gereken sermayedarlar ve din bezirganları üzerinden rant elde eden gruplarla işbirliği içinde bir sömürü ağının oluşturulmasıdır.
Bir yandan tekelci sermaye sahip olduğu ( Medya, basın, yayın gibi) ideolojik aygıtları kullanarak iktidarı destekleme görevini yerine getirirken ve kamuoyunu sadece çıkarları doğrultusundaki gelişmelerden haberdar ederken ve yönlendirirken diğer yandan dinsel telkinlerle toplum kesimlerini tembelliğe, akıldışı yöntemlerle yoksulluktan, sorunlardan kurtulma safsatalarına ağırlık verir.
Televizyon kanallarında yapılan programlarda İlahiyat Profesörlerinin, din araştırmacılarının ve şarlatanların: “ Şu duayı bilmem kaç bin kez tekrarlarsan yoksulluktan, şu cümleyi ya da sözcüğü bilmem kaç bin kez tekrarlarsan tüm sıkıntılarından, sorunlarından kurtulursun”  gibi komik, akıldışı önermelerine şahit oluyoruz. Bu programların etkisinde kalanları, parmaklarına, boyunlarına taktıkları zikir matiklerle, çevrelerinde, dünyada olup biten gelişmelerden kendilerini soyutlayarak ( yolculukta, dolmuş ve fatura kuyruğunda vs.) sadece bu emeksiz ve akıldışı umuda tutunduklarını görebiliyoruz.
İktidarın, icraatlarını beğenmeyen muhalifleri: “ Biz, yüzde bilmem kaç oy oranıyla iktidar olduk, sizi milli iradeye saygılı olmaya davet ediyoruz” gibi azarlama hakkını veren işte bu inanç sömürüsüyle oluşturduğu “ Milli İrade” dir.
Yönetenlerin her icraatını sorgulamadan destekleyen, içinde yaşadıkları sefaleti, insanlık dışı koşulları, karın tokluğuna, kayıt dışı, sosyal ve iş güvencesiz çalışmayı umursamayan, kendilerine reva görülenleri tevekkülle karşılayan, şükürcü, kendilerinin,  çocuklarının ve dünyanın geleceğini düşünmeyen bu toplum kesiminin umursadığı tek şey yönetenlerin onlarla aynı inanç ve düşüncede olmalarıdır.
Siyasi iktidar, desteğini aldığı, seçimlerde oylarını çantada keklik gördüğü bu kesimin dinsel ve dine dayalı ahlak kurallarının yaşama geçirilmesi taleplerine karşılık vermek dışında toplumun muhalif kesiminin taleplerini karşılamak gibi bir zorunluluktan da kurtulmuş oluyor. Muhalif kesimin ne oylarına ne de icraatlarına ihtiyaç duymuyor artık. Arkasında, olumlu, olumsuz her icraatına destek veren, seçimde onları yeniden iktidara taşıma gücü ve potansiyeli olan bir oy deposu vardır çünkü.
Oluşturulan bu kesim için hak ve özgürlük kavramı başörtüsüyle yaşamın her alanına girebilmek, akıldışı dinsel ve ahlaki kurallara göre yaşamlarını sürdürebilecekleri ortamın oluşturulmasıdır.
Çağdaş ve akılcı hiçbir yaşam biçimini kabul etmedikleri gibi düşünen, aydın insanlarının ekonomik, sosyal,  çevre sorunları ve ülkenin geleceğiyle ilgili talepler içeren gösterilerini ( kendilerinin her talebini yerine getirmeye çalışan) siyasi iktidarı devirme eylemleri olarak algılayıp sopa ve palalarla saldırmaya kadar vardırdılar işi. Son halk direniş ve eylemlerinde siyasi iktidarı inançlarının temsilcisi olarak gören ve kayıtsız şartsız destekleyen toplum kesimini, taşeronluk ve çalışma yasalarında çalışanlar aleyhine uygulamalarla kârlarını katlayan sermaye kesimini siyasi iktidarın en sadık işbirlikçileri olarak gördük.
Yandaşlar himaye edildi, muhalifler en sert yöntemlerle ( buna öldürmek de dahil) susturuldu.
Anlaşılıyor ki siyasi iktidarı destekleyen kesimin susması muhalif kesimi susturmanın da zeminini hazırlıyor.  
Susmak, eleştirmemek, karşı koymamak, boyun eğmek, keyfiliğe, yönetenlerin kişisel çıkar elde etme çabalarına destek vermek dışında başka bir anlam taşımaz.
Sermayedarların, işverenlerin siyasi iktidardan memnun oldukları gün gibi ortada ama düşündürücü olan yoksul insanların hayatlarını onurluca sürdürebilecekleri bir iş talep etme yerine neden siyasi iktidarın oy karşılığı dağıttığı sadakayı alma onursuzluğunu gösterdikleridir.
Dünya coğrafyasına baktığımızda, petrol denizi üzerinde oturan Arabistan ve Emirlikler dışında tüm İslam ülkeleri ve halkları yoksuldur. Hiçbir Müslüman nüfusa sahip ülke dünya sorunlarıyla ilgili söz hakkına sahip değildir. Hepsi de içerde din bezirganlarının, dışarıda gelişmiş ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Sadece yönetenler, yedi göbek sülaleleri ve yandaşlar bir eli yağda, diğeri balda bir hayat yaşamaktadır.
Eğer çağdışı yaşam tarzlarının, dinsel yaptırımların halkları daha refah içinde bir yaşam sağlayacağına inanılıyorsa dünya Müslümanlarının neden sefalet içinde yaşadıklarına dönüp bakmak gerekir.
Tabi ki memurluktan, maaşlı bir işten gelip o mevkilere oturanların ve çevrelerinin dudak uçuklatan servetlerini nasıl edindiklerini sorgulamak da…
Nazım Hikmet’ in çok bilinmeyen şiiri “ Meşin Kaplı Kitap” dan yaptığım alıntı eksik kalanı tamamlıyor sanırım!
…….
Ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları
Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları
Yine biz köleleriz efendilerimiz var
Yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar
Esir- efendi diye koymuş da adlarını
İki bahta ayırmış arzın evlatlarını
Efendi işletiyor esir işliyor gene
Yine efendilerin gümüşlü sofrasından
Kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından
Kırıntı artık bile düşmüyor işleyene
Yine biz esir geçen her günün akşamında
Eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz
Gece yağmur inlerken evimizin damında
Isınabilmek için güneşi bekler gibi
Birbirine sokulan hasta köpekler gibi
Yırtık yorganımızın altında titriyoruz
…….

Kendini teslim eden taze bir kadın gibi
Çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç
Biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç
Efendiler gösterip sırıtan dişlerini
Birer birer topluyor bütün yemişlerini…

Ülke iflaslarına şahit olduğumuz ekonomik kriz ülkemizde emekçi kesimler dışında pek hissedilmedi.
Her krizde olduğu gibi işverenler yine yeni kazanımlar elde etti. Taşeronluk sistemi, emek sömürüsünün en acımasız yaşandığı dönemin meyvelerini altın tepsi içinde işverenlere sundu.
Vergiler ve harçlar kriz bahanesi ile artırıldı ve petrol ürünlerindeki artışlar rekor üstüne rekor kırdı. Spekülatörler, stokçular köşeleri döndü. Dolar ve Euro’ nun yükselişi ihracatçılara büyük kârlar sağladı.
Tekellerin denetimindeki medya, basın ve yayın kuruluşları, Gezi Direnişi’ nde hükümete olan minnet borçlarını fazlasıyla ödediler, hem sosyal hem de ekonomik alandaki olumsuz gelişmeleri kamuoyundan gizlemeyi büyük bir ustalık ve utanmazlıkla becerdiler. Bunu sadece halk muhalefetinin yükseldiği dönemlerde değil her dönemde uyguladılar. Hükümetin icraatlarını eleştiren gazeteciler işten atıldı, patronları tehdit ve şantajlarla sindirildi, demokratik haklarını kullananlara en sert ve acımasız biçimde saldırıldı. 
Yani hükümet ve sermayedarlar tam bir dayanışma içinde hareket ederek kendi açılarından yeni kazanımlar elde ettiler.
Demokrasinin görece daha ileri düzeyde uygulandığı ülke halkları kriz bahanesiyle ekonomik haklarına yönelen saldırılara karşı büyük çaplı gösteriler yaptılar ve bizim ülkemizde olduğu gibi keyfi uygulamalara izin vermediler. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde kriz daha sert yaşandı.
Yani dünyayı kasıp kavuran bu son kriz ülkemizde halkın suskunluğu üzerinden üretilen politik ve baskıcı yöntemlerle en yumuşak biçimde atlatıldı. Kriz hala sürüyor ve kapitalizmin temel karakteri gereği hiç bitmeyecek.